Nuran YILDIZ

ÇOK KONUŞUYOR ÇOK!

----- 21.10.2009 - 00:01 -----

Durumu gerçekten şaşırtıcı. Neredeyse her gün, her yerde konuşuyor. Konuşmasının süresi 1 saatten başlayıp gittiği yere kadar gidiyor.

Konuşması için “3-5 kişi toplandık, bize de gelin” desem kapıp mikrofonu kapıya damlayacak sanki. O kadar. Çok konuşan insan çok da hata yapar, biliyor ama unutmuş görünüyor.

Türkiye’de yeni, tuhaf, akıl dışı şeyler oluyor olmasına. Yine de her gün konuşacak yeni şeyler bulmak zor. O yüzden çok tekrara düşüyor. Dönüp dönüp aynı şeyleri söylüyor. Demagojinin altın zamanlarından sonuna kadar yararlandığı kesin ama abartıyor.

Artık ne diyecek merak etmiyorsunuz. Cümlesine başlayınca, sonunu zaten kendiniz getiriyorsunuz.

Tutarlılık zedeleniyor haliyle. Bir gün “bana sen diyemezsin” örneğinde üslup dersi verirken, diğer gün konuşması baştan sona “sen de kimsin” tarzında, had bildirici cümlelerle doluyor.

Öyle çok “Biz milletin partisiyiz” diyor ki, millete bıkkınlık gelmiş durumda.

Bir tür kendine aşık olma halidir çok konuşmak. Kendisi dışında kimseyi beğenmiyor. Baykal’a “Böyle mektup yazılmaz” diyerek mektup nasıl yazılır dersini, Bahçeli’ye “Hakkımızda dikkatli konuşun” diyerek nasıl konuşulacağı dersini vermeye çalışıyor.

Konuşmaktan dinlemeye fırsatı yok. Dinlemeyince de anlamıyor muhtemelen. Kamera ısrarını Baykal’ın kamera sevdasından sanıyor da, “sana güvenmiyorum kardeşim” demeye getirdiğinin farkında değil.

Aklına güvendiğim iki danışmanı (Mücahit Arslan ve Yalçın Akdoğan) da çaresiz belli ki. Onlar iyi bilir bu çeneye vurma halinin karizmayı da, liderliği de, asabı da bozduğunu.

“Az sus artık” diyecek bir babayiğit yoksa da “bu kadar kendinizi yıpratmasanız efendimiz” diyecek biri de mi yok AKP’de?

BAYKAL’A “KAMERA KAYDINDAN VAZGEÇ” DİYENLERE BAKIN

Sayın Baykal, mektuba mektupla yanıt verdiniz. İyi.“Önce selam eder”le başlayıp “kameralar olmazsa olmaz” diyerek mektubun ucunu da yakmışsınız, anladık.

Ancak uyarmam gerekir ki sizin, CHP’nin, Türkiye’nin siyaseti açısından durum oldukça kritik.

Kamera kaydı talebinizden vazgeçmeniz için çalışıyorlar. “Devlet sırrı”, “siyasi sorumluluk” vs. gerekçeleri kullanıyorlar. Gerekçesi ne olursa olsun kararınızdan dönerseniz biliniz ki siyasi hata yaparsınız.

Bana güvenmiyorsanız sizi kararınızdan döndürmeye çalışanların, sizi bu nedenle eleştirenlerin kimler olduğuna bakın: AKP ve yandaş medya. Onlar hiç iyiliğinizi ister mi? Düşünün.

İÇİNDEKİ İMPARATORU ÖLDÜRMEDEN OLMAZ!

Bir teknik direktör bu kadar şaşalı bir basın toplantısı yapar mı? Yapıyorsa bu neyi gösterir?
Basın toplantısında söyleyeceklerini prompter’dan okumak da neyin nesi? Bu soruları bir yana bıraktım.

Toplantıya katılan onca basın mensubundan yukarıdaki gibi mantık soruları beklemekten de epeydir vazgeçer oldum.

Üşenmedim, o gösterişli, üst perdeden tasarlanmış basın toplantısını kaç gazetenin ilk sayfadan verdiğine baktım.

18 gazeteden yalnızca 4’ü ilk sayfadan görmüş. Onların da 2’si koymasak olmaz türünden minicik, köşeye sıkıştırmış. Birazca büyük olan diğer 2’sinin de yöneticileriyle Terim arasında bir hatır-gönül işi var belli ki. Kendini çok önemseyen Terim’i medya önemsememiş anlayacağınız. Canı epeyce sıkılmış olmalı.

Neden?

Neden insanlar Terim’e olan sempatisini, sevgisini, iyi niyetini yitiriverdi? Çokça neden sıralayabilirsiniz.

Ama üç neden hepsinden önemli;

Bir, Fatih Terim doğallığını yitirdiği için.

İki, insanlarla kurduğu ilişki ve iletişimin sıcaklığını yitirdiği için.

Üç, içindeki imparatoru öldüremediği için.

Siyasette, sporda, iş dünyasında büyük kalabilmek için insanın önce içindeki imparatoru öldürmesi gerekir. Onu öldürmez ve önce kendisi ona tapınmaya başlarsa başkalarının onun ardından gitmesine olanak kalmaz.

Terim de “ders veririm, ders almam” diyen içindeki imparatoru öldüremediği için ardından ağlayanı olmayanlardan.

Kalabalıklarla kutlanan zaferlerin adamı, daha istifa bile etmeden istifası kabul edilen adam oldu. Üzücü.

Basın toplantısı da üzücüydü baştan sona. Sistemi suçlaması, eğitim sistemini suçlaması, futbolcuyu suçlaması ama kendini suçlamaması üzücüydü.

Özeleştirisini bile “En büyük hatam inanmak, inandırmak. Beklentileri büyütmek oldu.” şeklinde kendini överek yapması. Üzücüydü.

Bir tek başarısızlığın bahanesi olmaz oysa.

AKLIMDA KALAN

Afrodizyak etkili çarşaf: Şu afrodizyak işini hiç anlamam. En özel ve etkili afrodizyağın sevdiğiniz insanın teni ve kokusu olduğuna inanırım. Londra’daki İcatlar Fuarı’nda sergilenen afrodizyak etkili çarşaf icadına takıldım o yüzden. Eğer çarşafı sevdiğinizle paylaşıyorsanız afrodizyak etkisine ne gerek var? Sevmediğinizle paylaşıyorsanız, yine ne gerek var? Lüzumsuz icat diye buna denir.