Nuran YILDIZ

KEŞKE SEVİŞSELERDİ…

----- 18.11.2009 - 00:01 -----

Helin Avşar, Rasim Ozan Kütahyalı ile fazlaca samimi pozlarla süslediği söyleşi için “sevişmedik ki söyleştik” demiş ya. Okuyunca “keşke sevişselerdi” dedim, belki o zaman bu kadar sıradan ve iğreti bir iş çıkmazdı ortaya.

Aslında mesele 5 günlük bir köşe yazarı ve 2 günlük bir gazeteci üzerinden tartışılmayacak kadar derin bir mesele.

“Haber”in ne olduğu, “söyleşi” türünün neden daha çok yer bulduğu ve elbette haber kaynağı-haberci arasındaki mesafe. Ciddi konular.

Böylesi ciddi konuları gayriciddi medya karakterleri üzerinden tartışmak bile sorunlu. Ne yaparsınız ki konu gözümüze sokulmuş durumda.

Her ne pahasına olursa olsun medyada olmaya koşullanmış genç bir adam. Cinsellik üzerine vurgularından belli ki henüz ilk ergenlik kıvamından çıkmış değil. Rasim Ozan Kütahyalı. Üstelik fazlasıyla Türk tipi. Zamane. Fazlasıyla oportunist.

Nesne olmaktan çıkıp özne olarak gazete sayfalarında yer bulmanın tadını çıkaran bir kadın. Helin Avşar.

Fotoğrafları “söylenen”in önüne geçtiği bir söyleşi. Fotoğraflar… Erotizmle ilgisiz. Pornografinin “kitch”leriyle süslü. Yağız bir delikanlı ve sarışın bir kadın. Baştan sona kitch.

Söyleşide ne dendiğinin önemi de yok. Hem adam hem de kadın istediğini almış. Okurun ne istediği en son düşünülecek şey şimdilerde. Medya kendi orgazmının peşinde bir süredir.

Adam daha ilk yazılarından belli ki ünlü olma derdinde. Çocuk günlerinde orduevine alınmadığı, duvarın dışında bırakılmışlığın hasarını askerlere nefretle onarmaya çalışan bir çocuk. Bu söyleşi halâ aşmasına izin verilmeyen duvarları aşma çabası.

Kadın, Helin Avşar belki de ilk kez doğru yerinde duruyor hayatının.

Haberi haber, söyleşiyi söyleşi yapan haber kaynağı-haberci mesafesinin tamamen ortadan kalktığı, mesafesizliğin teşhirci ve birbirine dokunacak kadar öteye gitmiş olduğu medya eleştirisinin en özet, en somut durumu. Söze gerek bırakmayan türden.

Bu söyleşi, niteliksel açıdan medyanın geldiği noktanın simgesi olacak türden.

YAZIK OLUYOR KARİZMAYA…

Bülent Arınç bir anda yerle bir etmiş civanmert Erdoğan’ı. “Bak” demiş, “Tayyip Bey bile ne halden ne hale geldi. O civanım delikanlının şimdi gözlerinin altı morardı.” Bunları söylerken de ağlamış mı öğrenemedim. İhtimal.

Klasik AKP edebiyatına yaslanıp iyi bir şey yaptığını inanmış belli ki. Fakat.. Ne yazık ki.. Bu kez yanılmış Sayın Arınç.

Erdoğan’ın liderliğinin taşıyıcısı karizmasıdır. Karizmanın en önemli niteliği ise zoru başarmak. Karizmatik lider yorulmaz. Dolayısıyla gözlerinin altı moraramaz. İnsanlık hali morarınca da bir güzel gizlenir boya pudrayla. Her daim dinç olmak zorundadır. Karizmanın ağzından “ah, of, puf” çıkamaz. Karizmatik lidere inanan insanlar onun kendilerinden güçlü olduğunu düşünür.

Erdoğan, Arınç’ın sözlerinin karizmayı çizeceğinin farkında ki Roma’ya (kalbimin gömülü olduğu şehir) giderken “bu yorgunluklar bizden götürmez bize getirir” dese de çiziği yemiştir bir kere.

BİZİM “ORTA ÇAĞ”IMIZI YARATANLAR…

Ahmet Altan, Dursun Çiçek ve Türk Ordusuna dair bilinçaltı hıncını açık etmiş ve demiş ki “Dursun Çiçek’in tutuklanması ya da serbest bırakılması herhangi bir Albay Dursun Çiçek’in tutuklanmasından ya da bırakılmasından daha büyük anlamlar taşıyor.”

Kısacası Ahmet Altangillerin hukuk ve adaletle işi yok aslında. Onlar şimdilerde Albay Çiçek’le simgelenen bir anlamın peşindeler. Tıpkı orta çağın engizisyon mahkemesi gibi. Orta çağın o mahkemelerinde de adalet değildi aranan şey. Kendi düzenlerini sarsanları kurban ederek kendi anlamlarını korumaya çalışıyorlardı.

Albay Dursun Çiçek, Ağır Ceza Mahkemesinde oy birliğiyle serbest bırakılınca orta çağ çığlıklarını andırır çığlıklar yükseldi her birinden. Ergenekon Savcısının adaletine güvendiklerinin milyonda biri kadar 9. Ağır Ceza hakimlerine güvenmediler. Oysa açıktı mahkeme kararı: Şüphelinin üzerine atılan suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunamadı!

Adalet yalnızca kendi kafalarındaki karar için geçerliydi. Onlar suçluyu işaret etmişti, mahkeme sadece ipi çekmeliydi. Hep uyguladıkları taktik. Orta çağ engizisyonunun bugünkü üyeleri deyince aklımdan kimler mi geçiyor? İşte o isimler: Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ekrem Dumanlı, Nazlı Ilıcak, Ali Bayramoğlu, Mümtazer Türköne, Etyen Mahçupyan, Ahmet Kekeç.. vs. vs.

Hepsi de hukuka hakimden daha hakimler ve sanki Dursun Çiçek malum belgeyi imzalarken sanki yanı başındaymış gibiler. O kadar eminler…

AKLIMDA KALAN

Başbakanın sözleri: Diyorlar ki “hep Başbakanı eleştiriyorsun, nasıl objektiflik bu?” Ben Başbakanı övmek istemez miyim? Kariyer ve paranın yolu onu övmekten geçiyor bilmez miyim? Sonunda kendisini övme fırsatını bana verdi Erdoğan. İzmir’de hem de. O kadar güzel bir laf etti ki alnından öpesim geldi. Dedi ki CHP için “Atam izindeyiz diyorlar. Evet izindeler. Ama biz 24 saat, gece gündüz demeden çalışıyoruz. Farkımız bu.” Bu sözü icraatlar açısından okursanız, Başbakan haksızdır, muhalefet nasıl icraat yapsın? Ancak… Parti teşkilatlarının çalışması açısından okursanız durum Erdoğan’ın dediği gibi. Adam adama markajla seçmen üstünde çalışan CHP değil, AKP teşkilâtı. Erdoğan çok haklı. Doğru söze ne denir…