Nuran YILDIZ

KEYFİ DE PAYLAŞABİLSEK…

----- 20.11.2009 - 00:01 -----

Geçen gün fark ettim. Bir arkadaş grubuyla otururken. Arkadaşlarımızdan biri biraz geç kalmıştı ama keyiften dört köşeydi geldiğinde. Kucağında bir dolu çiçek. Gülümsüyordu. Öyle bir “merhaba” demişti ki masadakilere, sanki tüm merhabalar havada uçuşuyordu. Bir ödül kazanmış.

Kelebek gibiydi. Kıkırdıyordu. Anlatmak anlatmak istiyordu. Paylaşmak. Ona ödülü hakkında bir dolu şey soralım istiyordu.

Sanki yanımızda oturmuyordu da dünyanın kendi dışında kalanıyla oynaşıyordu. Saçlarını geriye atıyor, ihtimal kendisini dünyanın merkezi ve en başarılı kadını sayıyordu.

Toplam beş dakika sürdü bu hâl. Sonra gülücükleri dondu kaldı yüzünde. O kadar dondu ki yüzünden kazıyabilirdiniz rahatlıkla. Işığı söndü, karartma altındaki şehre döndü birden.

Yüreğindeki kelebeklerin ömrü doldu sanki. Çünkü içimizden biri gülüşlerin arasında bir girinti bulup soruvermişti: “Aldığın ödülün jürisinde şaibeli isimler varmış, haberin var mı?”

Diğeri eklemişti: “Geçen yıl çok tartışılmamış mıydı bu ödül?”

Bir başkası güya konuyu değiştirecekti: “Aman boş verin, o jüri bu jüri ne fark eder, jüriye kim bakıyor sen ödülü aldın ya..”

Arkadaşımızın omuzları düştü. Çiçekleri masaya bırakıverdi. Az önce göğsüne sıkı sıkı bastırdığı çiçekler ellerinden kaydı sanki.

“Üzülme” bile diyemedim. Sevinci, keyfi, mutluluğu ne kadar sahiyse üzüntüsü de o kadar sahiydi... Mutluluk dediğin aslında camdan bir şeymiş ve aniden tuz buz olabiliyormuş. Gördüm.

Gerçekte kötü değildi masadakiler. Kötülükten yapmıyorlardı ama keyfi paylaşmayı bilmiyorlardı. Bilmiyorduk.

Çoğumuz başkasının keyiflerini paylaşmayı bilmiyoruz. Oysa acılar paylaştıkça azalır, keyif ise çoğalır paylaştıkça… Bilmiyoruz hiç.

LÜZUMSUZ…

Hani askerler film yaptıracakmış da yönetmenlere sipariş verecekmiş. O yönetmenler arasında Sinan Çetin de varmış güya.

Hani şu AKP’nin bir devrim gerçekleştirdiğini söyleyerek AKP’ye oy vermekle övünen Sinan Çetin. Beyefendi TSK’nın kendisine de teklifte bulunacağı haberiyle bir havaya girmiş, bir havaya girmiş ki sormayın. “Bana teklif gelmedi” demiş, “gelseydi de o filmi çekmezdim.”

İnsanın ister istemez, “O filmi Sinan Çetin çekseydi ben de izlemezdim” diyesi geliyor. O önce çalışanlarının parasını ödesin.

Zaten ihbarda adı geçen sanatçılara, yönetmenlere baktım da böyle bir propaganda filminin çekilmemesi, çekilmesinden daha iyi olmuş.

“BİZ YOLA ÇIKTIĞIMIZDA YOL YOKTU…”

Başlık Ford Otosan’ın 50. Yıl filmine ait. Ogilvy&Mather yapmış. Ne kadar sıradan sözcüklerle ne kadar çarpıcı bir anlam oluşturmuşlar.

Reklam dünyasında yaratıcılık diye bir şeye inanmam. Bilgi ve düşünme becerisi yeterlidir iyi sonuç için.

Uzun zamandır reklam dünyasında bilgi ve düşünme becerisinin yerinde yeller esiyordu. Savuşturmalık işler dışında iş çıkmıyordu reklam dünyamızda. Kısırdı, taklitçiydi. Reklamcı, hayat tarzına teslim olmuş, “iş yapma”yı unutmuştu. Böyle bir ortamda Ford Otosan reklamı beni umutlandırdı doğrusu.

Türkiye’de Ford ve yol arasındaki ilişkiyi biliyor olmalısınız. Toprak yollarımızda (ki yol denemezdi) zıplaya, zıplaya giden Ford minibüsler anılarımızın kuytularında durur. Kiminin böbrek taşını düşürür, kiminin içini dışına çıkarırdı. Arkadaki onca koltuk boş dururken şoför yanında dip dibe oturmaya hevesli çok insan vardı.

Bir kuşak “Alırsın Ford, olursun lord” hayaliyle yaşamıştı hayatı. Gündelik olanın içinden çıkmıştı bu slogan. Ford’u olan hava atmak için, gariban ise bir hayale tutunmak için diline pelesenk etmişti bir zaman.

Ülkemde bu kadar anlamlı bir marka-slogan örtüşmesi bulmak zordur ama beni bu slogana hayran bırakan yalnızca bu örtüşme de değil. İfade ettiği felsefe. O felsefenin kendi hayatıma yakınlığı.

Bir işe başlarken daha önce yapılmışlara yapışmak yerine yapılmamışı arama cesareti. İşte o gidilmemiş yoldan gitmeyi göze almışlık yorucudur. Yıpratıcıdır. Bir o kadar da keyiflidir ama.

Gidilmemişten gitmek, yapılmamıştan yapmak baştan çıkarıcıdır!

AKLIMDA KALAN

“Korkma ben varım” cümlesi: Kitabevini gezerken gözüme ilişti bu cümle. Kitabın üzerinde. Kapağını açmadan öylece kitabın adına takılı kaldım. Murat Menteş’in romanının adıydı. Daha önce hiçbir kitabını, hiçbir şiirini okumadığım bir yazar/şair. Yeni bir yazar keşfetmek en zorlandığım şeydir. Yeni bir insan keşfetmek, yeni bir yemek keşfetmek de öyle. Risklidir. O riske girmeyi göze almam pek. Murat Menteş’in kitabını da aldığım rafa koydum, usulca. Ama aklımda adı kaldı: “Korkma Ben Varım” Ne büyük bir tezat içeriyordu bu cümle. “Korkuyorum beni koru” demek isteyen insan sayısı gittikçe çoğalırken, “korkma ben varım” diyecek insan neredeyse hiç kalmadı. Cesurlar, asiller, kendi dünyamızın kahramanları, kolunun arasına sokulup, kanadının altına gireceğimiz insanlar sanki eski zamanlarda kaldı. Eskisinden daha fazla korkarken biz.