Nuran YILDIZ

TÜRKİYE GÜLÜŞÜ…

----- 27.11.2009 - 01:00 -----

Dün yüksek lisans dersinde öğrencilerimden biri Pountain ve Robins’in “Cool: Bir tavrın Anatomisi” kitabını sundu. Üzerine keyifli tartışmalar yaptık.

“Cool” da “imaj” gibi bilmeden bildiğimizi sandığımız, üstünkörü kullandığımız kavramlardan. Oysa imajlar dünyasının ağır sözcüklerinden biridir. Çok önceki yazılarımdan birinde üzerinde durmuştum. İlerde belki yine bu sözcüğün derinine ineriz.

Biz derste birçok durumu tartıştık. Güneşsiz havada güneş gözlüğü kullanmanın “cool”a katkısını konuştuk.

Olumlu bir sözcük mü, olumsuz mu? Hangi dönemde, nasıl anlamları oluştu? Kökeni ABD midir, Afrika mı? “Cool insan”ın özellikleri nedir? “Cool ilişki” nedir? Soruları üzerinde durduk.

“Cool olma”nın sinema, moda, müzik ve siyaset dünyalarında kapladığı alan sandığımızdan daha büyük.

Derse katılanlar kitabın sayfaları arasında sürpriz bir kavramla karşılaştılar: “Anadolu gülüşü.”

Yazarlar “Anadolu gülüşü”nü yönetmen Elia Kazan’dan örnekleyerek anlatmışlar: Karşısındakini yumuşatmak, sakinleştirmek için de, ayartmak için de kullanılan evrensel araçlardan biri, Türkiye’ye özgü gülüş…

“Bir Tavrın Anatomisi” içinde Türkiye’ye özgü bir gülüş üzerinde durmayı çok önemsedim. Çünkü son dönemde yaşadığımız tüm politik kavgalar, korkular, endişeler arasında Türkiye’ye özgü bir gülüş, bir “Anadolu gülüşü” tarzı olduğunu bilmek unuttuğumuz çok şeyi anımsamamızı sağlıyor.

Her ne kadar gülüşlerimizi “duygusal kontrol ve duygusal ölçülülük” içerisine hapsetmeye çalışsak da, hapsetmeye çalışmayı bize öğretmeye çalışsalar da “Türkiye gülüşü” diye bir kavram var. “Anadolu gülüşü” diye bir kavram var. Bu bayram bu bilgiyi aklınızda tutmalısınız. Yüzünüzden bir Türkiye gülüşü yayılsın çevrenize…

ANLAMIYORUM!

Gülben Ergen’in sanki kendisinden başka hiç kimsenin 3 çocuğu olmamış gibi çocukları üzerinden şöhretini yönetmesini…

Daha yeni 3-5 tv, 2-3 gazete sayfası görmüş şöhretimsilerin “dağıtın kapı önündeki gazetecileri” tarzındaki kraliyet havasını…

Arda Turan gibi dünya çapında şöhret potansiyeli olan genç bir futbolcunun, çocuk dizisi Serena’dan bir adım ileriye gidememiş ortalama bir sarışında ne bulduğunu…

Sanki çok yoğunmuş gibi görünen köşe yazarlarının televizyonların magazin programlarındaki geyikleri inceden inceden izlemeye nasıl zaman bulduklarını ve sonra da o geyikleri neden üzerine yazı yazmaya değer bulduklarını…

Tuna Kiremitçi gibi bir yazarın kendi kalemini aşma çabası yerine, magazin figürü olarak bar kapılarından kovulmayı nasıl olup da kendisine yedirebildiğini…
Anlamıyorum!

AKLIMDA KALAN

Neden ama neden? hissiyatı: Salı sabah. Saat 08.30. Bir üniversite öğrencisi için sabahın körü kısacası. Dersim 09.00’da başlıyor. Kapımda bir öğrenci, elinde “Tanklar ve Sözcükler” kitabım. Anlamadığı bir şey var, soracak ve sonra derse girecek sanıyorum. Öyle değil. Benden aldığı ders öğleden sonra. Sabahın o saati kapıma dikilmesinin nedeni elindeki kitabı babası için imzalamamı istemesi. Babaya bayram hediyesi: Tanklar ve Sözcükler! “Babam” diyor, “sizin hayranınız. Onun için bunu imzalar mısınız?” Ne büyük bir keyif, hemen imzalıyorum. Öğrenci gidiyor ve arkasından beni bir düşünce alıyor: Anne ve babaların bende bulduğu nedir? Bir e-postada, bir anne “yazınızı oğlumun odasına astım”, bir başkası da “Kızıma sizin yazılarınızı mutlaka okumasını tavsiye ediyorum” diyor. Tam size bu anne ve babalar bende ne buluyor diye sormaya karar veriyorum, e-posta kutuma bir mektup düşüyor taa New York’tan: “Cornell Üniversitesi’nde okuyorum. Bir gün gazete sahibi olmak istiyorum. Kâr etmek için değil, sevdiğim yazarlar orada yazsın diye. O gazetede siz de yazın istiyorum.” E-postanın altına eklemiş “Ben 19 yaşındayım.” Gözlerim doluyor…