Nuran YILDIZ

BİZDE DEMOKRASİ BİR TÜR TAHTEREVALLİ

----- 07.12.2009 - 00:01 -----

Üç emekli general Ergenekon’da ifade verdi.

Böylece ülkeye demokrasi geliverdi.

Üç emekli general ifadelerinden sonra salıverildi.

Demokrasi de ülkeden gidiverdi.

Benzer durum Albay Çiçek vakasında da olmamış mıydı?

Albay Çiçek ifade vermeye gidince demokrasicilik oynayanların bir zil takıp oynamadığı kalmıştı. Oynayanlar da olmuştur muhtemelen.

Albay tutuklanmayıp salıverilince demokrasi dansözlerinin (gerçek dansözlerden özür diliyorum) kederden omuzları çökmüştü.

Bizde demokrasi yandaş yazarların zihinlerine endeksli. Bir geliyor, bir gidiyor.

Onların zihnindeki “sahte kamuoyu” (aşağı yukarı İstanbul Adliyesi önündeki protestocuların sayısı olan 30 kişi kadar) pür dikkat durumu izliyor. Gerçek “kamuoyu” ise ilgiyi çoktan kaybetti. Generaller sorguya girdiğinde, kamuoyu kahvede pişpirik oynuyordu.

ROBERT PATTINSON (EDWARD CULLEN) EFSANESİ

Yakışıklı vampirimiz Edward Cullen’in Vanity Fair’deki fotoğrafına bakarken aklımdan geçenlerin bir kısmı Ertuğrul Özkök’ün de aklından geçmiş.

Web sitemin “Aklımdaki Fotoğraflar” köşesine ilk eklediğim bu Robert Pattinson inanılmaz cool. Benim “cool duruş” dediğimi, Özkök “sallamaz, iplemez, takmaz” olarak tanımlamış.

Robert Pattinson’un ifadesi fazlasıyla “narsist” ve “farkında bir kayıtsızlık.” Fazlasıyla cool. Kendini sevme ve olup biteni görüp umursayan ama umursamaz bir ifade perdesiyle gizleyen duruş.

Özkök, genç aktörün çarpıcı yüzü ve kahredici bakışlarını James Dean’a benzetmiş. Benim gördüğümse tam bir James Dean- Marlon Brando gençliği karışımı. O fotoğraftan bir tek James Dean çıkarmak olur mu? Vampirimizin dudağındaki gülümseme tozuna ve sigarasına gizlenmiş Brando’ya ne diyeceksiniz?

Kadınlar vampir Edward Cullen’deki bu karışıma mı çıldırıyor yoksa içindeki vampire mi, o ayrı yazı konusu.

HALKLA İLİŞKİLER ÖĞRENCİLERİNE SEVİNDİRİCİ HABER

TRT 2’de Medya Medya programını izledim. Sunucusu doktoralı televizyoncu, televizyon söyleşilerinde önemli bir isim olan arkadaşım Sedef Kabaş.

Konu “halkla ilişkiler ve kurumsal ilişkiler”di anladığım kadarıyla. Stüdyoda Borusan’ın ve Bayer’in kurumsal iletişim sorumluları ve Salim Kadıbeşegil vardı. Her üç konuk da pratik alandandı. Salim Beye “hocam” demeleri durumu değiştirmiyor.

Halkla ilişkiler kavramı üzerine stüdyodakilerin kafası o kadar karışıktı ki, Sedef’in tüm çabalarına rağmen halkla ilişkiler ve kurumsal iletişim arasındaki ilişkiyi ortaya koymakta zorlanıyorlardı.

Halkla ilişkilerdeki “halk”ı sokaktaki insanla eş değer görüyorlardı.

Kurumsal İletişim kavramına “yeni kavram” muamelesi yapıyorlardı. Kendilerinin yeni duymuş olmaları kavramın da ömrünü biçiyordu. Oysa ABD’de bu kavramın nereden baksanız bir 30 yılı var.

Hatta bir tanesi kendini tutamayıp “kurumsal iletişim, ilişkileri ihmal ediyor” bile dedi. İletişimden anladıkları neydi insan merak ediyor.

Neyse büyük şirketlerin iletişimini yöneten bu üçlüye baktım da, bu işin sağlam bir teorik eğitimini almanın halâ ne kadar önemli ve alanın ne kadar boş olduğunu gördüm.

Benim sınıfımda iki kez üst üste sınıfta kalan bir öğrenci bile çoğu kurumsal iletişim sorumlusuna fark atar.

REMZİ BEY CİDDİ OLUNUZ…

Ramsey’in sahibi Remzi Gür (nam-ı diğer Başakanın çocuklarının sponsoru), İş Hayatı Dayanışma Derneği’nde (İŞHAD) işadamlarına tavsiyede bulunmuş.

“Başarı için üç önemli şey vardır. Doğru. Doğru. Doğru. Doğru insanla doğru zamanda doğru yerde karşılaşırsanız başarısız olmanız mümkün değildir” demiş. Şansı ve fırsatçılığı başarı olarak değerlendirmek ne kadar doğru bilemem.

Herkes hayatında bir başbakanla karşılaşamayacağına göre Remzi Bey dinleyenlerle dalgasını geçmiş belli ki. Olabilir. Olabilir de İŞHAD onu dinlemeye neden gerek duymuş ki?

Ya Başbakanla dolaylı bir karşılaşma umudu içindir ya da bu dernek de “kendimiz konuşalım kendimiz dinleyelim türü” derneklerdendir..

AKLIMDA KALAN

Reklam dünyasının felsefeci hali: Bugünlerde reklam metinlerinde felsefi derinliğe de rastlıyoruz. İyi ki de rastlıyoruz. Markayı ucuzculuktan kurtarıyor. Ford Otosan’ın “Biz yola çıktığımızda yol yoktu” reklamından sonra Ülker’in “ ‘Yarım’ın ‘bir’den büyük olabildiğini anladığın mutlu bir an” da felsefi anlatımıyla dikkat çekiyor. Her ikisi de yıldönümü reklamı olunca reklamcı da daha serbest çalışma olanağı buluyor elbette. Otosan 50, Ülker 65 yaşının şovunu yapıyor. Yıldönümünden yıldönümüne de olsa şirketlerin markalarına yatırım yapması, perakende satıştan çok daha kârlı bir iş.