Nuran YILDIZ

BEN EN İYİSİYİM!

----- 25.12.2009 - 00:01 -----

Yok ben demiyorum. Ukalayım ama o kadar değil.

Çok şey biliyorum ama en az bildiğim şey kendim hakkındakiler.

Çok okuyorum ama bir kendi karakterimin harflerini sökemiyorum.

Herkesi yenebiliyor bir kendimi yenemiyorum, bir kendimi geçemiyorum.

Önümde dağlar duruyor. Oraya kendi koyduğum. Kendime engeller çıkaran da benim. Karşıma dikilen de.

Hergün yeni sınavlara çekiyorum kendimi, kimseleri değil.

Yok etmeye çalıştığım da kendimim, üretip çoğaltmaya çalıştığım da.

Hiç kendini yenmeye çalışan, kendini geçmeye çalışan insanın söyleyeceği şey mi “ben en iyisiyim” cümlesi.

Bir kendini bilmezlik hali değil mi bu cümle. Bir yolun sonunu çizme, öteye gidemem, gitmem, gidemeyeceğim deme hali değil mi? Kendini kaybetmiş bir cümle değil mi bu?

Bana göre değil. Ağzımdan çıkmaz.

Bütün dünyaya sahip olmak istemem ben. Sahip olduğum birkaç santimetrelik alanı derine doğru ve yüreğe doğru genişletmeye hevesliyim. Başkasının çizdiği dünyayı fethetmek yerine kendi dünyamı çizmeyi seçerim. Yani bu dünyalı değilim.

“Ben en iyisiyim” der miyim, demem! Bu cümlenin zehrini ve elbette tüketiciliğini bilirim.

Medyatik aktörlerden birine, para kazanma becerisine sahip olan Acun Ilıcalı’ya ait bu cümle.

Ben ve benim gibiler hani hayatı varılacak bir yer olarak değil, koşulacak bir yol olarak görenler, rakibi kendi dışında değil, kendi içinde arayanlar hadlerini de bilirler.

“Ben en iyisiyim” diyecek kadar ne şımarabilirler ne de kendilerini yitirebilirler.

BU NASIL MÜMKÜN OLUYOR?

www.nuranyildiz.com web sitesini oluşturduğumuzdan bugüne yalnızca üç ay geçti. Hiçbir tanıtım yoluna gitmedik.

Hiç kimseye “köşenizde web sitemizden söz eder misiniz” ricasında bulunmadık.

Kafamızı kaldırıp, elimizi uzatıp “biz buradayız” ya da “bizi de görün” demedik.

Yalnızca işimize baktık ve yalnızca üç ay geçti.

Okur sayımız 10 bine dayandı.

Oysa dedikodu sitesi değildik.

Pornografik kancalar atan bir site de olmadık.

“Bilin bakalım kim?” numaralarına yatmadık.

Yalnızca işimize baktık. Yazdık. Önerdik. Gösterdik.

10 bine yakın okur için sorumluluk üstlendik. Yani rahatımızı kaçırdık durup dururken.

“Bugün yazmasam olmaz mı?” türü kaytarma ruh halime “olmaz, okura ayıp” diyen editörüm Hayret’in soluğunu ensemde hissetmenin katkısı da var bu 10 binde.

En yoğun anımda kafayı uzatıp “Hocam yazınızı yazacaksınız, unutmayın” diyen sekreterim Deniz’in de.

Bugün 25 ülkede okurlarımız var. ABD, Japonya, İngiltere, Suudi Arabistan, Avusturya, Rusya Federasyonu, Romanya, Hollanda, Azerbaycan, Fransa, Kanada, Danimarka, Avusturalya, Çin, İran, Mısır, Bulgaristan, Belçika, Ukrayna, Birleşik Arap Emirlikleri vs.

Aklıma geldi, Nijerya, Meksika, Sudan neden yok acaba?

Bu nasıl mümkün oldu bilmiyorum. Belki omurgalı insanları, zamana, rüzgâra göre dönüp nemalanmayan insanları özleyen okurlara rastladık. Onlar bizi alıp başka okurlara taşıdı belki de.

Hani kavak ağacını seven olmazdı, dosdoğru olduğu için? Cenap Şahabettin mi yanıldı yoksa?

Hepinize teşekkür ederim…

AKLIMDA KALAN

Eski bir öğrencimden gelen bir e-posta: Çok eski bir öğrencimden gelen e-postanın bir kısmını sizinle paylaşmak istiyorum: “…Beni anladığınız, kendimi hem çevreme hem kendime kanıtlama imkanı verdiğiniz için teşekkür ederim. Bunların dışında bana inanarak bir öğrenci olarak imajımı değiştirdiğiniz, hedefime ulaşmam konusunda beni desteklediğiniz için tekrar teşekkür ederim, doktoraya başlayabilecek birikime sahip olmam, hatta bugünkü tüm birikimim de sizden kaynaklanıyor (kitaplarınız ve hatta ders notları benim için haritalar gibi..). Otoriter yanınızla beni disipline ettiğiniz, arkadaş yanınızla odanızda başka başka konular için ağlamama izin verdiğiniz, derdimi dinlediğiniz için de ayrıca teşekkür ederim. Üzerinden uzun zaman geçti ama aklımda her şey.” Sevgili okur, sanırım hayatımda bir daha hiç “kitaplarınız ve hatta ders notları benim için haritalar gibi” düşüncesindeki kadar güzel bir övgü alamayacağım…