Nuran YILDIZ

ÇOCUK…

----- 13.01.2010 - 14:00 -----

En çok hangi sözcüğü seversin deseler dudaklarımı büzer, yüreğimi kabartır fısıldarım: Çocuk…

Çocuk… Söylemeyi çok severim. Canım sıkıldığında, keyfim kaçtığında kendimi kendime fısıldarken yakalarım: Çocuk.. İçim aydınlanır. Yüzümde anlamını benim bildiğim bir gülümseme belirir. İçimdeki çocuğa, aklımdaki çocuğa, sevdiğim çocuğa doğru kanatlanır.

Masumiyeti ve umudu, şefkati ve korumayı, iyiliği ve sevgiyi bir çırpıda ağzımızdan çıkarmanın bildiğim en güzel yolu bu. (Bir de “ekmek” demeyi severim o ayrı.)

Sanki Mustafa Kemal ruhuna bulaşmak isterim, Mustafa Kemal gülümser içimde, O’nun sevdiklerine “çocuk” hitabını anımsayarak.

O “çocuk”lardan birinin canını yakmışlar. İşkence yapmışlar. Daha 5 yaşında. İçine çeksen ağzı halâ süt kokuyordur. Elleri halâ çok küçüktür avucunuzun içinde kaybolacak kadar..

Kucağınıza alabilirsiniz. Koklayabilirsiniz taa içinize çekip. Kafasını avucunuzla okşarsınız. Ensesine öpücükler kondurabilirsiniz.

Başka bir şey istemez. Ya karnı açtır, yemek ister ya da ruhu açtır sevilmek... Bir de soğukta sımsıcak bir yer, neresi olursa…

Canı yanmasın ister… Canı yanmasın… Okşamaktan öteye ağırlığı olmasın saçlarındaki elin. Canı yanması ister…

Ona bunu sağlayacak olan devlettir. Devletin belki de tek işi, ilk işi budur. Böyle olmalıdır. Çocuk yoksa devlet yoktur ki. Çocuk yaralanırsa devlet yaralanmaz mı?

Peki ya devlet körleşirse? Vicdanı körleşirse? Sanki gizli, bilmediğimiz bir gerçek mi mendil satan çoçuklar?

Her kavşakta boynunu bir yana büküp, yalvaran gözlerle camına dayandıkları arabaların içinde değil mi devlet? Ya da her saat, her kavşakta çoğalırken onlar az ötede duran polisler devletle ilişkisiz mi?

Çocuktan sorumlu bakan, bakanlar, Başbakan, çocuk esirgemeden sorumlu olanlar hiç kavşaklardan geçmezler mi?

Öyleyse neden bir çocuk bir çocuğu öldüresiye dövünce ilk kez görmüş gibi yaparlar? Vicdanları körleşmiş sorumluların en çirkin oyunu olmasın sakın?

Her kavşakta araba camıma vuran ellere gözlerimi kapıyorum, avucuma alıp çocuk bahçesine götürmek istediğim elleri görmemek için başımı çevirirken beni benden utandırdığı için devletten utanıyorum.

AKŞAM’DAKİ SÖYLEŞİ…

Akşam gazetesinden sevgili Özlem Akarsu Çelik’le söyleştik. Büyük olasılık perşembe günü gazetede olacak.

Yapmasam daha mı iyi olurdu yoksa böylesi mi daha iyi oldu karar veremedim. “Kararsız kalırsan yapmamayı seç” derdi güvendiğim bir arkadaşım. Hep de öyle yapardım. Bu kez, bu söyleşiyi yapmak istedim.

Onca saçmalığa bakıp dişimi sıkmaktan sıkıldım!

Bilir gibi konuşan medya soytarılarına gözlerimi kapayıp, kulaklarımı tıkamaktan sıkıldım!

Medya orucu kararıma ara verdim. Her kadın gibi kararlarımı bir yere kadar uygulayabiliyorum. Her kadın gibi tahammülümün de bir sınırı var.

Hayır denmesi zor teklifler aldım. Televizyonlardan. Gazetelerden. Oruç fikrine sıkı tutunduğumdan hayır demeyi başardım.

Sonra…

Ne oldu bilmiyorum. Büyük olasılık “gazeteci bir numara küçük ayakkabı gibidir, arkadan vurur” sözünü bir yana bırakacak kadar İsmail Küçükkaya’ya güvendiğimden. Özlem Akarsu Çelik’i kendime çok yakın bulup çok sevdiğimden Akşam’a konuştum.

İçimdeki ses “hani sen kimseye güvenmezdin” dedi durdu. İçimdeki ses söyleşi boyunca içimde kalmak yerine dışıma çıkıp tekmeler, çimdikler attı.

Kadın kadının kurdudur lafı bitti, kadın kendinin kurdu durumu benimki.

AAA! BASIN KONSEYİ VARMIŞ!

Basın Konseyi toplanmış. Bugün gazetesini kınama kararı almış. Gerekçe, Yatağan Kaymakamını mahkeme kararı olmaksızın suçlu ilan etmişler.

Bugün’ün yaptığı da ne ayıp! Sanki tüm gazeteler, tüm televizyonlar basın meslek ilkelerine harfiyen uyuyorlar.. Sanki Bugün’den başka haberleri kırpan, çarpıtan, uyduran gazete yok!

Sanki gazetelerde özel yaşamlar üzerinden insanlar infaz edilmiyor! Sanki başka hiçbir gazete suçluluğu kesinleşmeden hiç kimseyi suçlu ilan etmiyor!

Bu nasıl iş? Bu nasıl gayri ciddilik? Basın Konseyi bizimle dalga geçiyor!

AKLIMDA KALAN

Bahçeli’nin “erken seçim” mesajları: Gün geçmiyor ki muhalefet erken seçimi gündeme getirmesin. Örneğin Devlet Bahçeli her salı grup konuşmasında seçim için şartların oluştuğunu söylüyor. Dikkat kesiliyorum, ne gün ne ay çıkıyor ağzından. Ben boş veriyorum, Başbakan ciddiye alıyor. Bulduğu ilk kürsüden yanıt veriyor. Sayın Bahçeli’ye saygı duyarım, düşüncelerini çok önemserim. Kendisinin de benimle ilgili benzer düşünceleri olduğunu bilirim.
Yine de… Üzgünüm, seçimle ilgili söylediklerini bir şartla ciddiye alabilirim: Bahçeli erken seçim için gün ve ay verirse… Hiç olmadık bir zamanda, koalisyondaki hiçbir iktidar partisinin aklında yokken Bahçeli “3 Kasım’da seçim olmalı” dedi ve öyle olmadı mı? Hükümet dua etsin ki Bahçeli henüz o noktaya gelmedi.