Nuran YILDIZ

SEÇİM TARİHİNİ BİLİYORUM!

----- 18.01.2010 - 00:01 -----

Şaka yapmıyorum. Dalga geçmiyorum. Olası seçim tarihini biliyorum!

Geçen gün “Devlet Bahçeli’nin erken seçim çağrılarını ciddiye almıyorum. Ne zaman ki gün ve ay verir o zaman ciddiye alırım” diye yazmıştım ya. 3 Kasım 2002 seçiminin tarihinin ortada fol yok, yumurta yokken onun ağzından çıktığını hatırlatmıştım hani…

Sayın Bahçeli o yazıdan sonra, güvendiğimiz ortak bir dosta “Aklımda bir seçim tarihi var, hocaya söylesek mi?” demiş. Ardından da aklındaki tarihi dostumuza söyleyivermiş.

O tarihi buraya yazmayacağım tabii. “Güven” benim için alınıp satılabilir bir meta olmadı hiç.

Sayın Bahçeli’ye aynı dost aracılığıyla ben de bir mesaj gönderdim: “Umarım o tarihi şimdilerde dillendirmez. Daha sırası değil…”

Beni dinler mi, dinlemez mi orasını bilemem.

SERVET, ŞÖHRET, ŞEHVET…

Kenan İmirzalıoğlu. Eciş bücüşlerle dolu magazin dünyasında gerçekten yakışıklı bir adam. Toplum olarak pigmelerden az biraz uzun olduğumuzdan, boyu 1.70’in üzerinde olan her erkeğe yakışıklı demek eğilimindeyiz biz de zaten.

Kendisini ne bir dizide ne de bir filmde izlemişliğim var. “Yandım Ali” filmine azıcık, ucundan takılmıştım o kadar. Oyunculuğuyla ilgili fikrim yok bu yüzden.

Adamlığı hakkındaki düşüncelerim, gülünce gözlerinin yüzünde kara kalem bir çizgi haline geldiğine dair bilgim gazete ve dergi söyleşilerinden.

İmirzalıoğlu pazar günü Ayşe Arman’a öyle laflar etmiş ki “Haftanın dersi”ne girmelikti. O köşede başka bir ders olduğundan buraya kaldı.

İyi hazırlandığı çok belli olan söyleşide “Ben servetin, şehvetin ve şöhretin gazabından korkan biriyim. (…) Bu üçü çok tehlikeli. Adamı oyar. Bende maalesef üçü de var. Dikkatli olmaya çalışıyorum. Çünkü kontrol kaçtığı zaman insan hakikaten gazaba uğrar.” Diyor.

Servet, şehvet ve şöhret üçgenine düştüğü için vaktinden çok önce siyaset, ticaret ve sanat dünyasından silinip giden öyle isimler geçti ki aklımdan. Bu ülke için çok şey yapabilecekken iradesizlik, şımarıklık ve kontrolsüzlükten hafızalarımızdaki mezarlıklara gömüldüler.

Konuyu tatlıya bağlamak için İmirzalıoğlu’nun bir saptamasıyla bitireyim yazıyı: “Valla 12 yıl hasretten sonra (öpüşürken) romantizm filan olmaz. Daha tutkulu, daha sert bir şey olur. Zincirini koparıp öpmek gibi…”

GERİYE DOĞRU İLERLEYİN!

AKP’nin bu “geriye doğru ilerleme” mantığını en çok diline dolayan Sevgili Bekir Coşkun’dur.

Onu haklı çıkaran pek çok örnek var elbette. İşte en sonuncusu: Karabük’te “bir liraya 100 ayakkabı” dağıtılıyor. İlk gelen 100 kişi o ayakkabıların sahibi olacakmış.

Mağazanın önündeki izdihamı görmelisiniz. İnsanlar birbirinin üzerinde, altta kalan eziliyor.

İzdihamı yaratanların bir kısmı gerçekten ayakkabı alacak parası olmayanlar. Bir kısmı da son yıllarda iyice ayyuka çıkan bedava mala tamah edenler.

Güvenlik görevlisi kalabalığı yatıştırmak için bağırıyor: “Arkadaşlar geriye doğru ilerleyin!”

Türkiye’nin halini bu somut örnekten daha iyi ne anlatabilir ki…

Sayıları 100’den fazla olsa da mevcut durumdan yararlanan belirli bir azınlık…

Büyük olasılık suyu ilk gördüğünde lime lime olacak bir ucuz mal üretimi…

Birbirlerini ezebilecek, izdihama yol açabilecek kadar fazla sayıdaki yoksullar…

İhtiyacı olmadığı halde bedava mala teslim olacak kadar çok sayıdaki fırsatçılar…

Ve hepsinin üstüne “geriye doğru ilerlenebileceğini” sanan bir yığın saf insan…

BEN DEMİŞTİM KÖŞESİ

Akşam gazetesinde demiştim ki “Hükümet miyop!” Ertesi gün Hürriyet’te haber: “Başbakan yakın gözlüğü kullanıyor.” Meğer yakını da göremiyormuş.

AKLIMDA KALAN

Haiti’de bir annenin bebeğiyle iletişimi: CNN’de, Haiti’deki depremin korkunç görüntüleri. Cesetler üst üste. Yığın yığın. Çocuk bedenleri, bebek bedenleri… Taş kalmamış taş üstünde. Saatler geçmiş, umutlar tükenmek üzere. Kurtarma ekipleri orada burada taş ve toprak yığınları arasından varsa canlı birilerini kurtarma çabasında. Bir umut. İşte o çabalardan birini görüntülüyor kamera. Bir kadın kurtarma ekibinin arasından kafasını uzatmış konuşuyor. Anlamadığım bir şeyler mırıldanıyor. Ekip kadını uzaklaştırmaya çalışmıyor. İşlerine mani oluyor tavrında değiller. Tam tersine kadına yer açmaya çalışıyorlar.. Merak edip, dikkat kesiliyorum. Enkazın altında bir canlı var. Bir bebek! İki yaşında. Ekiplerin arasından onunla konuşmaya çalışan da annesi! Konuşuyor. Büyük olasılık “Bebeğim” diyor, “Bebeğim korkma, annen burada, şimdi kucağına alacak seni. Bebeğim ağlama…” Annesinin sesini duyunca susar gibi oluyor bebek, ağlaması azalıyor. Korkusu da azalıyordur muhakkak. O korkunç depremde anne nasıl kurtuluyor bebek nasıl orada kalıyor, şaşırıyor insan. Anne konuşmaya devam ediyor bebeğiyle… Bebek çıkarılıyor enkazın altından annenin kucağına veriliyor.. Nasıl aklımda kalmasın bu görüntü?