Nuran YILDIZ

AH ŞU ASKERLER…

----- 25.01.2010 - 08:50 -----

Ne demokrasiyi içselleştirebiliyorlar ne de darbe yapmayı becerebiliyorlar. Tak planlıyorlar darbeyi, şak yayınlıyor gazetenin biri.

Hatta gazete askerlerden daha bile hızlı çıkıyor. Askerde darbenin fikri oluşmadan darbe planı, taraftar büyük kar(ın)deşin önünde. Daha plan önüne gelmeden o manşetleri hazırlamış bile. Bir şevk, bir istek o kadar olur…

Ah şu askerler…
(Bir tek onlara kızarım ben. Ötekilere kızmak anlamsız, teflon gibiler mübarek.) Suikast adresini yanlarında, silahları gömdükleri yerlerin krokilerini ajandalarında taşımaları yetmiyormuş gibi, planladıkları her darbeyi de ayrıntılı raporlamışlar.

Raporlamakla yetinseler iyi, bir de sunum haline getirip sunmuşlar.

Fıkra gibi desem, ciddiye alan kocaman adamlar var. Biri de çıkıp sormuyor, hep olmayan darbenin raporunu yayınlıyorsun da, yapılmış darbeler var, onların raporları nerede? O darbelerin planlarını yazmadan yaptılarsa şimdi ne diye darbe üstüne darbe planı yazmışlar? Yolda bir yerde okuma yazma mı öğrenmiş bu adamlar?

Balyoz operasyonu haberi yaptılar geçen gün. Olası darbeyi destekleyecek köşe yazarları, köstekten tutuklanacak köşe yazarlarının adlarını sıralamışlar.

Aceleye geldiğinden olacak, destekçilerle köstekçiler birbirine girmiş.

Her iki listeye baştan sona, sondan başa baktım benim adım yok! Malum, kafalar karışık, adım iki listede birden olabilir.

O tarihte yazmadığımı düşüyor olmalılar. Atlamışlar. Koskoca Radikal İki’de tam da balyoz operasyonu tarihinde yazmışım: “Asker Konuşuyor, Karizma Gidiyor” başlıklı bir yazı.

O tarihte Radikal’de makalem var, listede adım yok. Yılmaz Özdil daha okeyde dördüncü iken planda adı var!

Ah bu askerler… Madem Özdil’in ülkenin en çok okunan yazarı olacağını o günlerde öngörmüşler, benim web ortamında binlerce okuru olan bir yazar olacağımı neden görememişler?

Ah bu askerler… Şu web işini de bir türlü ciddiye almadılar…

GURUR DUYDUM…

Yaptığınız iş medyayla ilgili olunca ister istemez bir çok ünlüyle tanışık oluyorsunuz. Bir de size güvenmişlerse kimsenin bilmediği yanlarını da öğrenmiş oluyorsunuz.

İşi medya olanları tanıyorsunuz, her gün gazetede, televizyonda olanları. Ya arkadaşınız ya öğrencinizler.

İşi medyayla olanlar tanıyorsunuz. Sanatçılar.. Siyasetçiler. İş adamları...

Ama ilk kez… İlk kez bir gazetenin, hem de Hürriyet’in manşetinde bir ismi görünce “Onu tanıyorum!” diyerek gurur duydum. “O benim dostum!” dedim.

Haberin başlığı: “Felçliye mucize ameliyat”

Omurilik felçlilerine umut olacak bu ameliyatı yapan adam Prof. Dr. Murat Dayanç. GATA’dan.

Müthiş başarısına rağmen çoktandır doktorlarda özlediğimiz o sempatik, mütevazı duruşuyla poz vermiş arkadaşım.

İnsanın böylesi dostları olması ne şans… Ne gurur verici…

Hem başarılı. Hem genç. Hem romantik. Hem esprili. Hem adam gibi adam.
Onunla gurur duydum…

Sen harika bir adamsın Murat Dayanç!

İŞTE BU YÜZDEN HİSARCIKLIOĞLU LİDER OLMAZ!

Ankara kulislerinin vazgeçilmez, en bildik, en pelesenk senaryosu şu üç cümleyle başlar:

Merkez sağda yeni bir birliktelik olacak. Geniş bir çatı görevi görecek. Başına da Rifat Hisarcıklıoğlu geçecek.

Senaryo bu cümleye geldi mi benim başım iki yana sallanır: Olmaz!

Sorarlar: “Ne olmaz?”

Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan ne merkez sağda ne Konya obasında ne de düz yolda lider mider olmaz. Genel Başkan? Belki. Lider asla!

Bir yığın gerekçe sıralarım. Yetmez, onları kesmez. Di…

Cuma günü Rıfat Bey bir basın toplantısı düzenlemiş. Kendisini darbe senaryosunun içinde görünce dayanamamış, esmiş, gürlemiş.

“Haysiyet cellatlığı namussuzluktur” demiş.

“Bu çamur benim üstüme yapışmaz” demiş.

“İddialara dayalı linç fetvalarının yayınlanmasından şikayetçiyim” demiş.

“Burada bir tezgâh var” demiş.

Masaya yumruğunu vurmuş. Dikleşmiş. Ses yükseltmiş. Pekalâ da lider olur diyeceksiniz.

Olmaz. Lider dediğin kendi başı sıkışınca değil, başkasının başı sıkışınca gürleyendir. Kendi adı değil başkalarının adı mahkemesiz, yargısız suçlu olarak gazeteye basılınca isyan edendir.

Hem siz “Tezgâh var” diyen adamın arkasından mı gidersiniz, yoksa karşısına geçip “Ee, günaydın!” mı dersiniz?

İşte bu kadarcık bir durum bile Hisarcıklıoğlu neden lider olamaz gösteriyor, anlatabildim mi? Yoksa bir daha mı anlatayım?

AKLIMDA KALAN

“Taş düşebilü, ayı çıkabilü” hatırlatması: Geçen cuma yazımda bir adam için “oldukça hoş” demiştim, sonra da “dikkate değer” diyerek eklemiştim. Okurum, sevgili Banu E. “İyi de” demiş, “bir adamı dikkate değer bulmak için hoş olması ön koşul mu?” Elbette değil. “Hoş”luk yalnızca ilk izlenim. Deneyimlerle sınanabilen bir durum. Hoş dediğiniz insanı dikkate değer bulmak ayrı, değerli bulmak ayrı. Beni nasıl okuyorsunuz Allah aşkına? Pür dikkat, başka her şeyi unutup yalnızca bana yoğunlaşarak mı? Her duruma bir yanıtınız, bir eklentiniz, olmadı bir itirazınız var… Diyeceğim o ki, aman dikkat. İnsan ilişkileri üzerine deneyimler gösteriyor ki böyle durumlarda şu meşhur levhayı her zaman akılda tutmakta yarar vardır: “Tikkat! Taş düşebilü, ayı çıkabilü…” Bu levha burnunuzun ucunda asılı duruyor diye, kırk yılda bir “hoş” bulduğunuz bir adamla karşılaşıp sonra da yıldırım hızıyla kaçacak değilsiniz elbet. Riske girmeye değmez mi? Değer. Ben girmem o ayrı. Ötesi sizin bileceğiniz iş.