Nuran YILDIZ

WEB’DE YAZMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ…

----- 01.03.2010 - 00:01 -----

Sonunda söyleyeceğimi en iyisi başta söyleyeyim. Başbakan yokuş aşağı giden freni boşalmış bir araba gibi. Biraz sakinleşmesinde acilen yarar var.

Sonunda söyleyeceğimi başta söylemek istediğim bir cümle daha var: Internet’te yazmanın lüksünü hiçbir şeye değişmemek lazım!

Önceleri, bu web sitesini kurarken, eşin dostun acayip gazına direnmenin bittiği günlerde sıkça serzenişte bulunur “Beni buraya kim itti?” diye sızlanırdım.

Beni web’e iteni bir bulsaydım hayatımdan bin fersah uzağa atacaktım!

Beni iteni şimdi bulsam hayatımın en değerli köşesindeki tahta yerleştireceğim.

Çünkü web’te yazar olmak;

Bir, insanı acayip özgür kılıyor. Ne hükümetin ne de patronun ne düşündüğü umurunda olmuyor.

İki, Başbakan “Ey yazar müsveddesi haddini bil” türünden hizaya getirici cümleler kurduğunda kendini o “müsveddeler” arasında düşünmüyorsun. Hoş, Başbakan köşe yazarlarına övgü dizdiğinde de övgü dizilen yazarlar arasında da düşünmüyorsun.

Üç, Başbakan gazete patronlarına “ ‘Ne yapayım, köşe yazarıma hakim olamıyorum’ diyemezsin. Sen bunun sorumlususun, diyeceksin” emrini verirken hizayı bozan ben miyim diye hiç aklından geçirmiyorsun. Dahası “hizayı bozan hangi köşe yazarım?” diyerek paniğe kapılıp hiza kontrolü yapmaya kalkan medya patronu sana fazlasıyla komik geliyor.

Dört, medya patronuna “Köşende yazanın maaşını sen veriyorsun. Yarın feryat etmeye geldiğin zaman da buna hakkın yok.” Tehditleri karşısında “ohh, iyi ki bana yazdığım için maaş falan veren yok” keyfine kendini bırakabiliyorsun.

Beş, Başbakan “Herkes çizgisini bilmelidir. Köşe yazarlarınız beni eleştirebilir, haklarıdır. Ben de uyarımı yapmak zorundayım. Herkes yeri ve konumunu iyi bilmek zorundadır. Bu ülkeyi germeye hakları yok” dediğinde hem çizgimi bilmediğin için seviniyor, hem de “İyi de bu ülkeyi germeye senin de hakkın yok” diye terslenebilme lüksün oluyor.

Diyeceğim o ki, benim burada istediğimi yazabilme lüksüm var. Ya Yılmaz Özdil’in yerinde olup, sürekli Başbakandan gelen mermilere karşı kendimi korumak, salvolarını savuşturmak zorunda kalsaydım?

YAKIŞTI MI SİZE DEMET AKBAĞ?

Demet Akbağ’ı gördüm. Kenan Doğulu gibi rüyamda değil tabii, televizyonda. Ben gördüm, siz görmeyin ama.

Hiçbir zaman hiçbir yerde görmeyin. İstemem. Göreceğiniz varsa da kapayın gözlerinizi o geçip gitsin. Onu görmeyin ki, onu bildiğimiz, sevdiğimiz Demet Akbağ olarak anımsayabilesiniz.

O muhteşem oyuncu, harika kadın yüzünün her yerine botoks yaptırmış. Gözleri berelmiş, dudakları kendinden önde gider hale gelmiş. Ben diyeyim kuşum Aydın’a benzemiş, siz deyin Fatih Ürek olmuş tıpkı.

Siz de ben de gelin Bülent Ersoy’a benzemiş fikrinde birleşelim.

Demet Akbağ tiyatrocu! Yani bedeni, yani yüzü oyunculuğunun merkezi. Ekmek teknesi. Yani mimikleri onun her şeyi! Ama şimdi mimik gitmiş, şişik gelmiş.

Bir kadın, kendine güvenen, oyunculuğu tescillenen bir sanatçı kendisine bunu nasıl yapar? Nasıl ve neden kırışıklıklarıyla barışamaz? Demet Akbağ gibi bir kadın kendisiyle nasıl barışık olmaz da kendisine ait olmayan bir mask’eyi yüzüne oturtmalarına izin verir?

Belki de çok insanca bir nedeni var, eşiyle sorunları vardır da bu da kendine güvenini yitirmesine neden olmuştur. Kim bilir… Yine de bizim Demet Akbağ’ımıza yazık olmuş…

HEP AYNI HİKAYE SIKILDIM!

Avrupa Kupası’ndan Galatasaray elendi. Fenerbahçe de elendi. Ligde de aman aman bir durumları yok.

Şimdi ne olacak? Fatura teknik adamlara kesilecek. Kesilmeye başlandı bile. Hadi Daum Fener’e gide gele bu duruma alıştı diyelim. İyi de Rijkaard’ın suçu ne?

Yöneticiler koltuklarına yapışmış oturacaklar. Galatasaray bu konuda Fener’den daha yüzü ak elbette. Dünyanın en iyi teknik adamları gelecekler ve gidecekler. Dünyanın en iyi futbolcuları gelecekler ve gidecekler.

Gelmeden önce yıldız olanlar, gittikten sonra da yıldız oluyorlar. Bir bizim takımlarda başarısızlar. Suç kimde? Yöneticilerde değil mi? Yöneticilerin ortaya koyduğu anlayışta! Onlar hep yerinde ama.

Hep aynı hikaye! Sıkıldım gerçekten!

KİMİ KANDIRIYOR? SİZİ!

Gazetede tam sayfa ilan. Aloha Group vermiş. Aloha Evleri’nin ilanı. Yeşillikler ortasında kocaman bloklar. Geniş bir yer tutmuş olmalı o binalar o arazide.

İlanın bir yerinde şöyle bir ibare: “10.000 (yazıyla on bin-yazarınızın notu) çam ağacı diktik.”

İnsanın sorası geliyor, iyi de o binaları o arazilere dikmek için kaç bin ağaç kestiniz? Beni kandıramıyorlar bu “çevreci” saçmalıklarıyla. Peki sizi?

AKLIMDA KALAN

İşte bu diyebileceğim bir durum: Bir gazeteci arkadaşım anlattı. Çarpıldım. Marguerite Duras 70’li yaşlarında. “Sevgili”nin yazarı. Felsefeci, ünlü Fransız yazar. Yanında 20’lerinin sonunda, genç bir adam. Belli ki sevgililer. Paris’te bir kafede kumrular gibiler. Onların bu halini gören iki kişi kendi aralarında konuşuyorlar. Birisi diyor ki “Şunlara bak! Kadın ne kadar yaşlı ve adam ne kadar genç. Ne saçma bir durum!” Diğerinin yanıtına bakın siz: “İyi de o kadın Marguerite Duras…”