Nuran YILDIZ

MEŞHUR “İMZA”YA BİR DE BURADAN BAKIN…

----- 12.03.2010 - 00:01 -----

Günlerdir yılan hikâyesine döndü. Ülke gündeminin omurgası oldu neredeyse, Albay Dursun Çiçek’in imzası!

İmzanın kime ait olduğu netleşmedikçe üzerinden türlü rivayetler türemeden gün geçmiyor. En son, Baykal’dan duyduğumuz kadarıyla Genelkurmay Başkanı üçlü zirvede imzanın gerçek olduğunu kabul etmiş.

Rivayet. İnanan var, inanmayan var. Benim kafamda ise türlü sorular ürüyor. Örneğin, madem komuta kademesi imzanın gerçekliğini kabul ediyor, Albay Çiçek neden tutuklu değil?

Ve çok daha yaşamsal diğer soru: İmzayı attığı iddia edilen eller neden belgeyi tutmamakta ısrar ediyor? “Parmak izim o belgede yok, kanıtlasınlar” diye bağırsa da kimse duymuyor.

Ve kızı, “Dursun Çiçek Adına Stajyer Avukatı İrem Çiçek” imzası attığı odatv.com’da yer alan açıklamasında “hikayesi dışında hiçbir kanıtın olmadığını” yazıyor ya aklımda tutuyorum.

Dursun Çiçek olayı bana Kosinski’nin “Being There” kitabını anımsatıyor. Türkçeye “Bir Yerde” adıyla çevrilmişti. Dış dünyayla ilgisi tamamen kesik yaşlıca bir bahçıvanın medya tarafından kahraman ilan edilmesini anlatıyor kitap.

Bahçesine baktığı ev sahibi ölünce bahçıvan kulübesinden atılıyor. Hayatı boyunca bahçesinden hiç çıkmamış adam, hiç tanımadığı, bilmediği bir dünyanın sokaklarına bırakılıyor. Çevreyi kavramaya çalışırken önemli birinin karısının kullandığı araba ona çarpıyor.

Kadın onu malikanesine götürüyor. Bizim bahçıvan dünya ve yaşamla ilgili bir soru sorulduğunda, ne sorulduğunu bile anlamadan en iyi bildiği konudan söz ediyor. “Bakılmayan bahçede yabani otlar yetişir” anlamına gelen bir cümle söylüyor. O cümleye felsefi anlamlar yükleniyor ve medyanın ilgisini çekiyor. Bir anda bizim gariban bahçıvandan bir önemli adam yaratıyor medya. Her yerde olup bitene anlam veremeyen şaşkın bakışlarıyla yer alıyor, gazetelerde, televizyonlarda.

Mühim bir medya ve toplum eleştirisi içeren kitabı okumadıysanız, üzgünüm eksiksiniz…

Dursun Çiçek’le bahçıvan arasında inanılmaz benzerlikler görüyorum, medya bağlamında..

Ama… Söylemek istediğim bambaşka…

Söylemek istediğimi büyük harflerle yazayım ki gözünüzden ve aklınızdan kaçmasın:

EĞER O BELGEYİ KİMİN HAZIRLADIĞI BULUNMAK İSTENİYORSA ÇOKTAN BULUNURDU!

Öyle güvenilirliği tartışmalı (ne yazık ki) Adli Tıp raporları beklenmez, Jandarma Kriminal incelemesine gerek bile duyulmazdı.

Yapılacak olan çok basitti. “İmza”yla ilgili tartışmalar sürüp giderken, doğrudan esas metne (text) bakılması yeterliydi.

Nasıl mı?

Alırsınız söz konusu metni söylem analizi yaparsınız!

Söylem analiziyle “İrticayla Mücadele Eylem Planı” belgesinin, semantik (anlambilimsel) ya da sentaktik (söz dizimsel) yapısı hem dilbilimsel hem de sosyo-kültürel boyutlarıyla incelenirdi. Analize konu metinden elde edilen sonuçlar, hem başka askeri metinlerle hem de Albay Çiçek’in hazırladığı başka metinlerle karşılaştırılabilirdi.

Çünkü herkesin söylemi görünmeyen imzalarıdır aslında. Neredeyse genetik kodlar gibi söylem, yazanın karakterinin (kültürel, tarihsel, mesleki birikimlerin toplamı) izlerini metinde bırakır…

HEM EN İYİ HEM EN KÖTÜ…

Herkes işin magazin tarafında. Çünkü o taraf daha tatlı. Daha basit. Daha yüzeysel. İtiraf edeyim ki daha eğlenceli.

Ben ise neredeyse bir haftadır düşünüyorum. O çok görünenin altında hiç görünmeyen çarpıcı ayrıntıyı.

Sandra Bullock’un bir gün arayla “en kötü oyuncu” ödülünü ve “en iyi oyuncu” “Oscar”ını almasını. En kötü oyuncu ödülünü almaya gitmesindeki görkemli tevazuyla gönlümdeki yerini daha bir sağlamlaştırmış oldu Bullock. Her filmiyle içimdeki genç kızı tırmalayan kadın. Yüzü, nedensizce gülümsememe yol açan sempatik kadın.

En iyi ve en kötü aynı anda olunabilir miydi? Günlerdir düşündüğüm soru bu.

Ya da neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verenlerden bağımsız değil miydi iyilik ve kötülük?

İki soruya da yanıt vermem lazım şimdi.

Evet, hem iyi hem de kötü olunabilir. Çok yüzlüyüz çünkü hayat gibi… Bir tarafımızı baskılamakla geçer günlerimiz, tükenir enerjilerimiz.

En çok yapmak istediğimiz şeyi başkalarına dokunuyor diye, başkalarını üzebilir diye yapmayız, yapamayız. Kötü yanımızı terbiye ediyor olmamız kötü yanımızın olmadığını göstermez ki.

İkinci soruda kafam karışık fazlasıyla. İyilik ya da kötülük o konuda hüküm verenlerden bağımsızdır diyor bir yanım. Diğer yanım etikbilime teslim oluyor kişiye ve zamana göre değişir iyilik de kötülük de diyor.

Benim okurum haberin magazin kısmıyla eğlenir ama magazinin gizlediği hayata dair soruları da mutlaka sorgular…

BİR MEDYA KOMEDİSİ…

Yeni medya düzeninde hayatın ve toplumun gerçekleri üzerine yazı yazamayanlar kendi aralarında dalaşmayı seçiyorlar.

Bir süredir oyun böyle oynanıyor. Birbirlerine hakaret ediyorlar, kirli çamaşırlarını ortaya seriyorlar sonra da bir şey olmamış gibi öpüşüp, barışıp, kafa çekmeye gidiyorlar.

Medyanın karakteri bu şimdilerde. Bir tür karaktersizlik yani.

Son günlerde iş iyice tuhaflığın zirvesine çıktı.

Hürriyet’in bir yazarı Radikal’deki köşesinde Yeni Şafak’tan bir yazara arka çıkıp, Hürriyet’teki başka yazara ağır laflar döşüyor. Yetinmiyor Hürriyet’teki köşesinde devam ediyor. Bunun üzerine Hürriyet’teki yazar köşesinde hem Hürriyet’teki hem de Radikal’deki yazılara kallavi bir yanıt yerleştiriyor.

Kafanız mı karıştı? Karışmasın, zaten gazetelerde okunan köşe yazarı da pek kalmış değil. Kimi birbirini yiyor, kimi kişisel entellektüel orgazm derdinde. Kimi de ne olmuş ne bitmiş hiç farkında değil.

AKLIMDA KALAN

Gözümüzden kaçan bir ayrıntı: “Sahte çürük raporu çetesi” soruşturması çerçevesinde tutuklananlar arasında çetenin elebaşı da var. Elebaşı soruşturmada Aziz Yıldırım’ın kendisinden askeri savcılıktaki bir dosyadan adının çıkarılmasını istediğini söylüyor. Aziz Yıldırım’a son derece ağır bir ithamda bulunuyor. Böyle bir durumda Aziz Beyin ne yapması beklenir? Ya da siz itham edilseniz ne yaparsınız? Size ağır bir suç itham eden kişiyi savcılığa şikayet edersiniz. Aziz Bey ise savcıya şikayetçi olmadığını söylemiş. Gerekçesi, kendisine ulaşmış bir tehdit ve şantaj girişiminin bulunmamasıymış. Tehdit yok, şantaj yok ama sahtecilik ithamı var ortada, insan nasıl sessiz kalır? Şaşırdım.