Nuran YILDIZ

SİZ ÖLÜNCE NE OLACAK?

----- 26.03.2010 - 00:01 -----

Keşke insanlar ölünce gömülmek istedikleri yerde yaşasalar hayatı. Sonsuzlukta, koynunda (bu sözcüğü ne kadar az kullanırız ne kadar güzeldir oysa) olmak isteyecek kadar çok sevdiğimiz o toprağı yaşarken görmeye fırsat bile bulamaz çoğumuz.

Memleket dediğin doğduğun yerdir. Memleket çorak topraktan ibaret de olsa havasını derince içine çekip ciğerlerine doldurmak istediğin yerdir. Ama en çok ölünce gömülmek istediğin yerdir memleket.

Bu sevimsiz konu nereden mi aklıma geldi? Özhan Canaydın’ın cenazesinden. Bursa’ya, memleketine gömülmek istemiş.

Her ölümle kendi ölümümüz gelir ya aklımıza…

Canaydın ölmeden planlamış ölünce yapılacakları. “Tören yapmayın” demiş, “Oradan oraya gezdirmeyin beni.” Fabrikasının önünde işçilerinden helallik istenmesini tembihlemiş.

“Pazartesi ölürsem, çarşambaya defnedin” demiş, “Bursa’ya…” ve eklemiş “Pilav, kuzu tandır, muhallebi dağıtın.” Yaşarken sevdiği yemeklerden ölümlük bir menü.

Ölümün bu kadar planlısı can sıkıyor. İnsan ölmekle kalmıyor, kendi cenazesinin organizatörü de oluyor.

Yaşarken hayatı organize edenler ölünce de boş durmuyor.

Ölünce tören istemeyenlerdenim ben de. Geçenlerde Rektörüm Prof. Dr. Taluğ’a “Ben ölünce ne fakülte önünde ne de başka yerde tören yaptırmayın, istemem” demiştim ve her kendi ölümümüz üzerine sohbette olduğu gibi “ne ölmesi, ne cenazesi” diyerek ağzıma tepilmişti söylediklerim.

Ölümden konuşmamak, ölmeyi ertelemez oysa…

Oysa herkesin gerçek iktidara sahip olduğu tek an vasiyet ettiği andır. Vasiyet gerçek yaptırım gücümüzdür. Bu iktidarı gecikmeden kullanmak lazım, “ben ölünce şöyle yapın ve şuraya gömün” denmesi lazım. Ölenin işine ne kadar yarar bilemem ama kalanın işini kolaylaştırır bu.

Siz ölünce ne olacak? Ölmeyecek misiniz yoksa?

ÇAPKIN OLABİLMEK BİR ÖZGÜRLÜK BİÇİMİDİR…

Ölüm gibi sevimsiz bir konudan keyifli bir konuya geçelim. Cihan adındaki okurum (soyadını vermemiş) “Aklımdaki Fotoğraflar”a bakmış ve şöyle bir e-posta yazmış: “Hep yakışıklı erkekleri beğeniyorsunuz, çok çapkınız…

Sonra devam etmiş “Sizin gibi özel kadınların sıradan erkekleri beğenmesi düşünülemez zaten. Ama dedim ya hoşuma gitti bu özelliğiniz. Tüm bu ciddiyetinizin altında hayat dolusunuz ve çok canlı bir ruhunuz var aslında.

Ne desem…

Çapkın olabilmek bir özgürlük biçimidir ve erkeklerin tek elindedir. Ne yazık ki yaşadığım hayatta kendimi hiç çapkın olacak kadar özgür hissetmedim.

Okurumun “Hep…” dediği, topu topu iki yakışıklı adam: George Clooney ve Mehmet Günsur. Hep değil yani, yalnızca iki… Üstelik bu adamlar konusunda pek çok kadınla hem fikiriz. Üstelik Günsur o kadar yakışıklı da değil, iyi fotoğraf veriyor sadece.

Yakışıklı adamları beğenmiyorum, duruşu olan adamlar bana yakışıklı geliyor demek daha doğru.

Ama… Okurumun e-postasında yer alan “sizin gibi özel kadınların…” vurgusu ve “bu ciddiyetin altında hayat dolu olmak” saptaması itiraf edeyim ki dudaklarımın yüzümde yayılmasına neden oldu.

Duruş dediğin böyle bir şey. Duruş varsa sizi görmeyen insanlar bile bunu hissedebiliyor. Özel bir kadın olmama gelince… Elbette bunu ben bilemem, bu konuda karar da veremem ama ciddi göründüğüm (bazen istemesem de) kesin.

Kıssadan hisse: Siz siz olun hayatta bir duruşunuz olsun!

SESİMİ ÇIKARTMIYORUM DİYE…

Köşe yazılarımdan cümleler araklıyorlar, kendi köşelerine kendi imzalarıyla koyuyorlar, utanmıyorlar.

Konuları çalıp içlerini kendilerince dolduruyorlar, sıkılmıyorlar.

Şimdilerde de bu köşenin adını bir iki harf değiştirip kendilerine program adı yapıyorlar, çekinmiyorlar.

Okurun biri “Aklımda Kalan”ı alıp kendi köşesinin altına eklemiş, adını da “Aklıma Takılan” koymuş. Bir dipnot düşmüştü geçenlerde: “Köşemin adında Nuran Yıldız’dan esinlendim.”

İyi de TRT Haber’de yer alan programa ne demeli: “Akılda Kalan” Sanki tüm sözcükler çuvala girdi.

Sanıyorlar ki nasılsa web’de yer alıyor, kimse çalıntı olduğunu çakmaz, kimse anlamaz.

Öyle değil işte. Bu sitenin 20 binin üzerinde okuru var. Zeki, entellektüel, medyayı izleyen, cin gibi hepsi. O okurlar aynı zamanda bu web sitesini öylesine okumuyorlar, benimsiyorlar, gözcülüğünü de yapıyorlar.

Siz ne kadar “kimse görmedi, aldım” deseniz de kafanız kumun altında, poponuz açıkta. Ayıp oluyor.

AKLIMDA KALAN

Felsefesi olmayan insanlar: Galatasaray’da kongre var. Adnan Polat’ın açıklamalarını, rakibi Adnan Öztürk’ün söylediklerini okuyorum. Fenerbahçe, Beşiktaş başkanlarını dinliyorum. Anayasa değişikliği tartışılıyor. Ortalık toz duman. Değişikliği destekleyenlere, muhalif olanlara bakıyorum. İçimi bir karamsarlık ve umutsuzluk kaplıyor. Çözümsüzlükten değil ruhumun kararması. Tüm bu konuşan ve yarışanların hayat ve dünya felsefesinden habersiz oluşları karartıyor içimi. Bilgi ve düşünceye yabancı, derinliksiz ve hatta fazlasıyla yüzeysel, güncel, geçici sözleri tekrar edip duruyorlar. Felsefesi olmayan hayatların fakirliğine üzülüyorum bugünlerde.