Nuran YILDIZ

GEL DERSEM GEL, GİT DERSEM GÖZÜME GÖRÜNME!

----- 02.04.2010 - 00:01 -----

Arkadaşım heyecanla ofisimin kapısını açıp üzerime doğru gelirken derin bir umutsuzlukla sızlanıyordu: “O kadının yerinde olmak istiyorum! O kadının yerinde olmak istiyorum!”

Sesi o kadar acıtıcı, ayağı yere o kadar hırsla vuruyordu ki anlam veremedim. “Hangi kadının?” dedim gayet sakin.

“…… dizisindeki o adamın öptüğü kadının!” Ağladı, ağlayacaktı. Dizinin adını da söyledi de bu tür abuk dizilere reyting katkım olmasın diye buraya yazmıyorum ama bilesiniz ki Aşk-ı Memnu saçmalığı değildi söylediği.

“O adamın öptüğü kadının” yerinde olmak isteyen arkadaşım hüzünle karşıma oturdu. Hislerinin bende zerre karşılığı olmadığından öylece baktım. Sanırım kafamdaki soru işaretleri gözevlerimden görünür şekildeydi.

O adam mı çok hoştu? O kadın mı muhteşemdi? Yoksa ilkbahardan romantizm bizimkinin başına mı vurmuştu?

İnsan zekasını küçük düşürücü bu tür dizileri izlemediğimi bildiğinden “İzlemelisin, mutlaka izlemelisin” dedi.

“Neden ki?” dedim, “senin gibi kıskançlık ve hırs arası ince bir ipte yürümek için mi?”

“Çok güzel… Çok güzel…” dedi, duygu yoğunluğu cümle tekrarına yol açıyor olmalıydı.

O, ofisimin kapısından girdiğinde ben yüksek lisans dersinden yeni çıkmışım. Kafam şişmiş, yorulmuş, bezmişim.

Arkadaşıma bakarken o günkü derste konuştuğumuz konuları sessizce içimden tekrar ederken buldum kendimi.

Derste “bağsız insan”dan konuşmuştuk o gün. Geçen yüzyılın “bağımsız insan”ının yerini alan “bağsız insan.”

Bu yeni insan türü ilişkilerini bir çekilim-itilim olarak yaşıyordu. Hayatındaki insanların iyi yanını almaya, kötü yanından kurtulmaya bakıyordu.

Sevgilim olarak kal. Öpüşelim, sevişelim, gezelim, eğlenelim. Sorun çıkınca derhal, hızla uzaklaşalım. Sorunu çözmek için, ilişkiyi güçlendirip bir adım öteye taşımakla ne diye uğraşalım anlayışındaki ilişkiler.

Öyle yaşayınca… “Bağsız” ve “bağlantısız” kalıveren insan türü kendine bir bağ aramak için olmadık yollar arıyor, bin türlü.

Benim arkadaş da “adamın kadını öptüğü an”ı istiyordu, o andaki romantizmi… Oysa hayat bir an değil ki, mutlu ve mutsuz anlar toplamı.

Bağ istiyorsan mutlu-mutsuz anları bağlayacaksın, bağ istemiyorsan “romantizm, romantizm” diye bağırmayacaksın.

AHMET HAKAN’A TEESSÜF…

Sevgili Ahmet,
Bir süredir aramız limoni. “Bildiğin konuda konuş” yazısını yazdığımdan beri dostluğumuzun tadı yok.

Eski Ahmet olsa “Haklıydın o yazıda” derdi. Şimdiki Ahmet acayip gaza gelmiş. Popülizmin doruklarında ense yapmaya alışmış. Gözü kapalı, kulağı duymuyor.

Olsun. Şöhret olmanın tadını çıkarmaya hakkın var.

Hata yapmaya da hakkın var.

İyi de eski dostum, insani ilkeleri de korumak lazım.

Geçen salı, sen adamın biriyle İstanbul stüdyosuna kurulmuşsun. Ankara’da YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan.

Hem uzağınızda, hem de dünyanın en naif, en zarif insanlarından biri olan Emine Ülker Tarhan.

Yanı başındaki adam uzağındaki kadına ağır laflar söylüyor. Haddini de nezaketini de fazlasıyla aşıyor.

İyi de Ahmet, sen işin tadını çıkararak koltuğuna yaslanmak yerine, neden “bir dakika kardeşim” demiyorsun?

Tamam, Emine Hanımın senin avukatlığına gereksinimi yok, iyi de Ahmet, şöhrete her şey feda edilirken şövalyelik de mi feda edildi?

MEDYANIN KENDİYLE SORUNU

İsterseniz medya kendi ayağına ateş ediyor deyin, isterseniz bindiği dalı kesiyor. Saptama şeklinin önemi yok ama saptanan önemli: Medya hızla güven kaybediyor.

Durum yeni değil ama güvensizliğin derinleşmesi yeni.

Medyanın etki gücünün düşmesiyle, güven sorunu arasında doğru bir ilişki var. Kaynağa güvenmiyorsa izlerkitle, etkiye de kapanıyor.

Dün odatv.com’da Uğur Dündar ve M. Ali Birand karşılaştırması vardı. Dündar’ın izlenirlik oranı, Birand’ı katlarca aşmıştı.

Çoktandır medya sorgulayan, güvenilir, itibarı yüksek isimleri safra gibi dışarı atıyor. Geriye eğlencelikler kalıyor. Magazin ya da siyaset adına eğlencelikler.
Böyle bir ortamda medyada tutunabilmiş olanlar, haberde Uğur Dündar, programda Ruhat Mengi gibi isimler reyting rekorları kırıyor. Köşe yazarlığında Yılmaz Özdil açık ara önde gidiyor.

Onların ortak özellikleri nedir?
- İnandırıcılar. Dikkatle dinleniyorlar.
- Güvenilirler. Haber kaynağına da, izlerkitleye de cazip geliyorlar.
- Muhalifler. Az bulunuyorlar.
- Çok azlar. Çünkü hızla ayıklandı benzerleri.
- Omurgalılar. Bir gün öyle, bir gün böyle değiller.
- Saygınlar. Söyledikleri etki alanı yaratıyor.

Sözün özü, medya güvenilir, etki alanı geniş bir konuma yerleşmek istiyorsa, patronların para dolu cebine delik açıp oradan para saçan ve salt isimlerinden öte herhangi bir yer kaplamayan safralardan kurtulmalı önce.

ATLARIMIZ DA BİZİ TERKETMİŞ…

Salı akşam. Öylesine geziniyorum kanallar arası. Venedik’te değilim, televizyon başında.

Simsiyah bir atın toprak sahada gezinişine takılıp kalıyorum. TRT 3’te. Geziniş demek haksızlık aslında, yürüyor mu, dans mı ediyor, zıplıyor mu karışık.

“At Terbiyesi Dünya Kupası” yazıyor ekranın alt köşesinde.

Öylece kalıyorum. Çoktandır böyle heyecan verici bir gösteri izlememiştim.
Atlara özel bir tutkum da yok bilesiniz. Bu değişik bir şey.

Atın adı “Totilas.” Binicisinin adı da Edward Gal. Hollanda adına yarışıyorlardı. Tribünlerde üzerlerinde Totilas yazan izleyicilere anlam verememiştim şimdi ben de aynı tişörtten istiyorum. Totilas’ın hastası oldum.

Vaktiniz varsa web’den Totilas ve Gal’ın videosunu bulup izleyin.

Yalnızca gösteriye takılmadım, yarışan 15 ülke arasında Türkiye’nin yokluğuna da takıldım. Hani “at, avrat, silah” şiarına tutunmuş olan Türkiye yoktu.

Atlarla ırklar, milletler arasında değil, atlarla insanlar arasında özel bir ilişki olduğuna inanırım, tıpkı barbarlık gibi tüm insanlarda ortak bir geçmişdir bu.

Totilas’ın simsiyah soylu duruşuna bakarken… Fark ettim ki atlar bizi çoktan terk etmiş. Binicilik kulüpleri sosyetenin gösteri alanı olmaktan öteye gitmemiş.
Bir efsanemiz daha çökmüş de itiraf edeni yok.

AKLIMDA KALAN

“Çapkınlık bir özgürlük biçimidir” cümlesinin gördüğü ilgi: İki önceki yazımda çapkınlığın bir özgürlük biçimi olduğunu yazmış, yaşadığım hayatta kendimi hiç çapkın olacak kadar özgür hissetmediğimi eklemiştim. Hem okurlardan hem de arkadaşlarımdan o kadar çok destek gördü ki bu cümle, dönüp yeniden okudum. Gerçekten de öyle. Üstelik bu sözü seven arkadaşlarımın etrafta haylice çapkın bilinmeleri, saptamamın test edilip onaylandığını da göstermesi açısından fazlasıyla kayda değer değil mi?