Nuran YILDIZ

AKP’NİN DEMOKRASİ ANLAYIŞI

----- 03.05.2010 - 01:00 -----

Efendim başkanlık sistemi gelince, Erdoğan başkan olacakmış. Başkan Erdoğan da birçok başkan gibi diktatörlüğe meyledecekmiş. Tek adam vesayeti ağırlaşacakmış falan..

Bu analizleri yapanlar acaba Anayasa değişiklikleri oylanırken TBMM’de olup bitenlerden bihaber mi? Zira gelecekte olacak dedikleri bugün zaten oluyor!

TBMM’deki oylamaya biraz daha yakından bakmalısınız.

Oy verecek her AKP milletvekilinin oyu başka vekil/vekiller tarafından takip ediliyor. Takip eden vekili de parti yönetiminden başka vekil takip ediyor. Onları da Erdoğan!

Bu iç içe denetim sistemi yetmiyor. Bir de tepeden, AKP sıraları fotoğraflanıyor!

İki gün önce, önemli bir siyasi liderin kulağıma söylediği gibi: “TBMM’deki oylamaları izleseniz göreceksiniz ki demokrasi çoktan sizlere ömür…”

FATİH ALTAYLI’NIN FIKRASI

Fatih Altaylı’yı severim. İnsanlar şaşırıyor ama severim. Beni Sabah’ta köşe yazmaya ikna edip, medyanın içine ittiği için zaman zaman da kızarım. Öyle kenardan kenardan medya kuyusuna bakmak varken, yazmaya başlayınca sayesinde sayısız düşmanım oldu…

Yönettiği gazetede yazmasını istemediği yazarları tek tek sıralamıştı köşe yazmamı teklif ederken. Nitekim zaman içinde de adını saydığı yazarlarla yollarını ayırmıştı.

Geçmişe baktığımda, o Fatih Altaylı ipiyle kuyuya inilecek adamdır…

Şimdi neler oluyor bilmiyorum. “Şunlar benim yönettiğim gazetede yazamaz” diyor mudur yine? Bilmiyorum. Benim tanıdığım Fatih Altaylı diyordur, listesi de uzundur sanırım.

Dünyası şimdi bana uzak. Uzaktan gazel okumak hep yanlış sonuç verir.

Güya Yavuz Semerci’nin yazısını sansürlemiş. Tanıdığım Fatih bunu yapmaz. Benim yazılarımla ilgili Hükümetten gelen uyarılara karşı durmuş, bana belli bile etmemişti.

Sonra Yavuz Semerci gazeteden ayrılmış. Sansürlenmişse haklıdır. Yazı yazarın namusudur, müdahale edilmişse durulmaz oralarda.

Sonra Turgay Ciner, Semerci’yi aramış, ikna etmiş. Geri döndürmüş. Verilen ilk karar, her zaman en doğru karardır oysa, Semerci bunu bilirdi. Demek ki daha öğrenmemiş.

Benim tanıdığım Fatih Altaylı şimdi ne düşünüyor acaba? Biz (ben, Özay, Bülent vs.) onu sevenler gazeteden giderken ne geçiyordu aklından, şimdi ne geçiyordur? Geçenlerde köşesinde yer verdiği şu fıkra kendisine de uygun düşüyor mu acaba?:

“Üç arkadaş bir yaz günü yaya olarak yolculuk yapmak zorunda kalıyorlar. Biri Türk, biri Kürt, diğeri de Ermeni. Ama Ermeni olan aynı zamanda papaz.

Hava sıcak ve bir süre sonra yolda susuyorlar. Etrafta su yok. Bağların olgun zamanı.

‘İki salkım üzüm yiyelim de ağzımız ıslansın’ diye bir bağa giriyorlar. Bağın sahibi bir Türk ama onu görememişler. ‘Kaç paraysa veririz’ diyerek yemeye başlamışlar. Bu sırada bağın sahibi gelmiş. Bakmış üç kişi üzümünü yiyor. Fena bozulmuş ama üç kişiyle de başa çıkamayacağını düşünmüş.

Birine bakmış, kıyafetinden Ermeni ve papaz olduğu belli. Diğerine bakmış, konuşmasından Kürt olduğunu anlamış. Üçüncüsü de Türk.

Dönmüş Ermeni’ye, ‘Bak bu adam Türk, yesin malımı. Benim kanımdandır. Helali hoş olsun. Bu da Kürt’tür ama din kardeşimdir. Ona da sözüm yok. Ama sen niye yiyorsun benim üzümümü?’ demiş.

Bu laf, üzerlerine sorumluluk yüklenmeyen Türk ve Kürt’ün hoşuna gitmiş. Adam, papazı bir güzel dövmüş. Kıpırdayacak hal bırakmamış, papaz iki seksen uzanmış. Baygın.

Bağcı ardından Kürt’e dönmüş. ‘Tamam Müslüman’sın da niye sahipsiz bağa giriyorsun. Bu adam benim kanımdan, yediyse afiyet olsun, o Türk’tür’ dedikten sonra bu sefer de Kürt’ü bayıltana kadar bir güzel dövmüş.

Bu durum Türk’ün hoşuna gitmiş. Ama bağın sahibi en sonunda Türk’e dönmüş. ‘Ulan şerefsiz, anladık Türk’sün, aynı kandanız, aynı dindeniz ama sen bir Kürt ve bir Ermeni’yle vatandaşının bağına girip hırsızlık yapacak kadar şerefsizmişsin’ diyerek Türk’e girişmiş. Ağız burun bırakmamış.

Sonunda üçü de bağın kenarında kafa göz yarılmış yatarken, Türk, Kürt’e dönmüş, ‘Baba’ demiş, ‘Biz hatayı papazı dövdürürken yaptık.’

KEŞKE ROBOT OLSAYDI

Galatasaray'ın 2008 yılında yaşadığı şampiyonluğun mimarlarından Cevat Güler “Arda, bireysel olarak gelişim göstermesi gereken bir zamanda kaptan yapıldı. Maalesef verilen yükü de kaldıramadı” demiş. Üzüldüm.

Arda’nın dünya ölçeğinde bir star/futbolcu olacağına inanan bendim. Bunu başaramayacaklarına da inanan bendim. Defalarca uyaran da bendim. Aylardır.

Yönetimin transferlere harcadığı para ve enerjinin binde birine bu futbolcu kurtarılabilirdi. Şimdi Galatasaray’da oynaması bile zora girdi. Avrupa’ya kaçmak istiyor.

Bursaspor maçı sonrası kameraların önündeki konuşmasını, tavrını, tarzını izledikçe “Biri bu çocuğu kurtarsın, biri bu çocuğu medyanın elinden alsın” diye kıvrandım. Dayanamayıp televizyonu kapattım.

Arda defalarca “Sonuçta ben de bir insanım, ama robot değilim” dedikçe ben “Keşke robot olsaydın!” dedim.

Futbolu da, aşkı da eline yüzüne bulaştırdı. O karıştırdı, yönetim seyretti!

AKLIMDA KALAN

Hırslı kadın: Okurlarım bilir hırslı insandan korkarım. Hırslı kadından ise iki kez korkarım. Hafta sonu AKP İzmir İl Başkan Yardımcısı Handan Özcan’ın söyleşisini okumayı bitirdiğimde “Ne hırslı kadın!” dedim. Söyleşi de Handan Hanım da güzeldi. Ne var ki benim gibi satır arası okumaya alışkınların gözünden kaçmayacak bir ayrıntı vardı. Diyordu ki Handan Hanım “Ben buraya (AKP’ye) milletvekili, bakan olabilmek için girmedim. Vatandaşa hizmet için girdim.” Bu sözler siyasette yükselme hırsıyla yanıp tutuşanların kullandığı tipik ifadelerdir. Deneyimlerim, böylesi sözlerin parti yönetimlerinde bir inandırıcılığının olmadığını göstermiştir ama belki bu kez Handan Hanım istisna olur, kimbilir?