Nuran YILDIZ

BAŞBAKANIN KANEPEYE UZANMASI ŞART

----- 06.05.2010 - 00:01 -----

Okura not: Aşağıdaki yazılar dün yayınlanmak üzere yazılmıştı. Gündem için gecikmesi ondan.

Başbakan durup durup CHP’nin geçmişini eleştiriyor. Eleştirideki tüm bilgi yanlışları bir yana, yöntem de yanlış. Elmalarla armutları karşılaştırıyor. O günleri bugünün medya“tik” demokrasi algısıyla eleştirmesine mi üzülmeli, Batı ülkelerindeki gibi “devlet adamı siyasetçiler”imizin olmayışına mı, bilmiyorum.

Yanılsamaların hakim olduğu, tuhaflıkların kabul gördüğü, gerçekdışıların gerçeğe tercih edildiği hastalıklı günlerdeyiz.

Başka ülkelerin başbakanlarına imrenmekle geçiyor ömrümüz. Bizimkinde psikolojik bir tuhaflık var sanki.

Bir televizyon kanalı da bir psikiyatr konuk edip durumu analiz etmiyor, merakımı gidermiyor. Ciddi hukuki ve Anayasal meseleleri iktisatçı köşe yazarlarıyla konuşmak daha cazip. Sığlıkta eşitleniyorlar çünkü.

Daha dün bir televizyonda, bir gazete yönetmenine “Anayasa oylamalarında hayli karmaşık bir hukuki süreç yaşanıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” dendiydi de genel yayın yönetmeni haddini bilip “Süreç hukuki olarak karmaşık, o nedenle bunu bir hukukçuyla konuşun ben de gazetemle ilgileneyim” demediydi.

Had bilmezliğin rağbet gördüğü hastalıklı günler…

Medyadan umut kesildiğine göre, üşenmedim, Üniversitemin önemli psikiyatrlarına telefon ettim. “Ben gelsem de size İsmet İnönü şöyle adamdı, böyle adamdı desem, durup dururken” dedim, ekledim “Bana hemen meşhur koltuğunuzu gösterip uzanmamı ve çocukluğumu anlatmamı isterdiniz.”

İki psikiyatr da duraksamadan “kesinlikle” dediler.

“Peki Başbakanın durumu nedir?”

İlkinin yanıtı hazırdı: “Narsizm”, sonra devam etti “narsistik karakter kendisi dışında hiç kimseyi beğenmez, herkesi eleştirir. Kendisine tapar ve çevresinden de kendisine tapılmasını bekler.”

Bu bilgi yeni değildi, diğerini aradım, yanıtı şöyle oldu: “Başbakanın durumu travmatiktir. Geçmişe vurgu yapıp hasımlarını geçmişten seçmesi bir hesaplaşma psikolojisi. Mağdur psikolojisi. Geçmiş onun kafasında mağduriyete denk geliyor.”

Aynı psikaytr sonra öyle bir cümle etti ki ağzım açık kaldı: “Başbakanın bir türlü içinden çıkamadığı mağdur bırakılmışlık duygusu zaman zaman onu başka mağdurlarla da işbirliğine götürüyor. Eski solcularla, şimdiki liboşlarla işbirliğini, Kürt açılımındaki tutumunu bu mağdurlarla işbirliği psikolojisiyle açıklayabiliriz.”

Kısacası durumumuz vahim!

YALÇIN AKDOĞAN’I DA MI KAYBETTİK?

Bugün ben yazacaktım, dün Ahmet Hakan yazmış. Ara sıra Ahmet gibi düşündüğüm oluyor, mazur görün. Şöyle ki…

Yalçın Akdoğan. Başbakanın etrafında en saygı duyduğum danışmanların başında gelir. Düzgündür. Bilgilidir. Ama en çok da ketumdur. O kadar ketumdur ki Başbakanın tüm görüşmelerinde yanındaki kişidir. Gözü kapalı kendinizi emanet edebilirsiniz.

Üstelik iyi tavla oynar. Tavladaki hırsı siyasette yoktur. Yenilgiye gelemez.

Sakindir. Az konuşur. Çok düşünür. Medyatik olma heveslisi değildir. Şov yapmaz, sevmez. Kendi başarılarını medyada başkalarının sahiplenmesine hiç ses etmez. Güler geçer. Olgundur.

Adam gibi adamdır kısacası. İşini yapar. O televizyon, bu gazete gezmeyi “gösteri sever”lere bırakır. Onların kasım kasım kasılmasına da içinden içinden güler.

Pazar günü Faruk Bildirici’nin “Puzzle Portreler”inde Yalçın Akdoğan’la karşılaşınca gözlerime inanamadım. “O da mı?” sorusuyla içim sızladı.

Neden görünür olmaya karar verdi bilmiyorum. Kendi emeği üzerinden başkalarının payelenmesine isyan etmek istemiştir belki.

Bildiğim bu söyleşiyle ilk kez Başbakanla arasına küçük de olsa bir soru işareti girmiş olabileceği.

Yalçın Akdoğan’a tavsiyem “Başkanın Adamları” filmini yeniden izlemesi. Ve kendi alın teri üzerinden paye kazananları sorun etmemeye devam etmesi.

AKLIMDA KALAN

“Bir kadın kaç yaşında soyunur?” sorusu: Sorunun bendeki yanıtı kadın dediğin her yaşta soyunabilir, koşullar uygunsa… Aksi halde şu şıklar geçerlidir; Bir, sosyal baskı altındadır, soyunmaya korkuyordur. İki, dinsel baskı altındadır, Tanrının gazabından korkuyordur. Üç, soyunmanın çekici değil, itici olduğunu düşünüyordur. Dört, üşüyordur. Bu durumun açıklaması ilkel topluluklardaki yaşam biçimine kadar da uzanabilir, Adem’le Havva’ya kadar da. Havva’nın hiç giyinik resmini gördünüz mü acaba? Ben görmedim. Kadın soyunur, erkek de soyunur. Ne var ki erkek soyununca değil, kadın soyununca olay olur. Yaş önemli değildir, dikkat edin, orta yaşı hafiften geçen kadınlar daha cüretkâr giyinirler. Büyük olasılık “Yaşlanıyorum ama bende halâ iş var” demek için. Çaresizliğin bir tür dışavurumu! Orta yaşı aşınca giyinme mevsimi de geliverir, çünkü artık zatürreden yatalak olma olasılığı artar. Reebok için 41 yaşında anadan üryan soyunan Helena Christensen’in fotoğrafına bakarken düşündüm de...