Nuran YILDIZ

BİZ ATA’YA GİTTİK!

----- 31.05.2010 - 00:01 -----

Biz, 29 Mayıs cumartesi günü, Ata’ya gittik.

Biz hep Ata’ya gideriz zaten. Mahallenin tüm çocuklarını toplayıp, ailelerinden izin alarak Ata’ya gideriz.

Arabanın arka koltuğuna doluşurlar, birbirlerinin üzerine otursalar da Ata’ya giderken çok eğlenirler. Keyiflenirler.

Emanet çocuk gerilimi yüzünden Anıtkabir’e varıp, arabadan döküldüklerinde birbirlerinin elini tutmak zorundalar.

Biz Ata’ya giderken iki koşul var. Bir, ailelerden izin alınacak, iki, birbirlerinin elini asla bırakmayacaklar.

Tehdit, el bırakanı görürsem derhal arabaya, eve dönülecek. Hiç bırakmazlar.

Başı yeğenim Bora çeker. Halası onun sol elinden tutar, onun sağ eli arkadaşının elini tutar. Bir tür zincirleme çocuk tamlaması gibiyizdir biz Ata’ya giderken…

Bu kez Ata’ya giderken biz, çocuk değildik. Keşke Bora’yı da getirseydim dedim, belki içimizdeki sevinci dışa vurmamızın yolu olurdu.

Biz, CHP Parti Meclisi’ne seçilen 80 üye ve önümüzde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu aslanlı yolda yürürken…

Sanki ilk kez yürüyordum orada. Heyecan mıydı bu, gurur mu bilmiyorum. Sanki o taşları ilk kez görüyorum!

Yürürken aklımda Mustafa Kemal’in yüzü duruyor. Bir yandan kurtuluş, bir yandan kuruluş mücadelesi, bir yandan demokrasi için CHP’yi kurma çabasıyla doluyken günleri ve geceleri… Yorulmak yoktu, umutsuzluk yoktu.

Çocukken babama sorardım “Atatürk uzaydan mı geldi?” Bir ömre bu kadar imkansızı sığdırmasına şaşma sorusuydu bu…

Dünya uygundu. Türkiye’de koşullar uygundu. İsterse kral, isterse padişah, isterse imparator olurdu.

İstemedi. Halkına o kadar güvendi ki bir yandan Cumhuriyeti ilan ederken bir yandan Cumhuriyet Halk Fırkası’nı/Partisi’ni kurdu.

İstedikleri kadar “tek parti diktası” diye suçlasınlar, istedikleri kadar tarihi gerçekleri yamultmaya çalışsınlar…

Mustafa Kemal’in Nutuk’ta yer alan şu sözlerinden iyi yanıt mı olur onlara?:

7 Aralık 1922 tarihinde, Ankara basını vasıtasıyla, halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Partisi adını taşıyan siyasi bir parti kurmak niyetinde olduğumu açıklayarak bu partinin nasıl bir program yapması gerekeceği konusunda, bütün vatanseverlerin, ilim ve fen adamlarının yardım ve işbirliğine başvurmuştum..

Mustafa Kemal’in ilim ve fen adamlarına başvurarak ortak bir akıl ve yürekle kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin yöneticilerinden biri olarak Ata’nın huzurundayken…

Bu nasıl bir sorumluluk duygusu anlatamam baba…

Babam kendisini hep Mustafa Kemal’in aydınlık Türkiye’sinin öğretmenlerinden biri olarak tanımlar… Bizi de öyle yetiştirmekle övünen babamın gözleri dolu gururdan…

Biz Ata’ya gittik, bedenlerimiz büyük, yüreklerimiz çocuktu o gün…

TANKLAR VE SÖZCÜKLER’İM…

Tanklar ve Sözcükler’i yazdığımda, dilimin döndüğü, aklımın yettiğince herkese duyurmak istemiş ve demiştim ki “Ey medya, ey okur! Bu kitap alanında yazılmış ilk ve tek kitaptır.”

Bu sözlerle yetinmemiş ve söylemeye devam etmiştim: “Hakkında en çok konuştuğunuz Türk ordusu nasıl iletişim kuruyor/ kuramıyor okuyun da bilerek konuşun.”

Medyadan tık yoktu.

Okur umursamadı.

Asker önemsemedi.

Son üç yıldır ülke asker haberleriyle yattı kalktı, Tanklar ve Sözcükler kitabevi vitrinlerinde bir kez bile görünmedi.

Alfa Kitap, pazarlama ve satış konusunda hayal kırıklığı yarattı.

Gün geldi…

CHP’den Parti Meclisi üyesi olunca… “F” tipi örgütlenmenin önceden hazırlayıp dağıtıma sunduğu analizler gündeme düştü.

312 sayfalık kitaptan sözcükler, cümleler koparıldı, birbirine eklendi. Yeni cümleler üretildi. O kadar ki ben bile kendimden şüpheye düşüp kitabımı yeniden okudum.

Medyada son dönemde fazlasıyla yer tutan “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar”ın kalemine ve diline dolandı. Okumadıkları kitaptan görmedikleri cümleler hakkında yorum yaptılar.

İzlemedim, izleyenler anlattı. Tv8’de Nazlı Ilıcak, kitabımdan bir paragraf okumuş. Darbeyi övdüğümü söylemiş. Karşısındaki Enver Aysever “O kitabı okudunuz mu?” demiş, sıkı dur sevgili okur, hakkında görüş belirttiği kitabı Nazlı Ilıcak okumamış!

Enver Aysever “Ben okudum” demiş, “okuduğunuz paragrafı bağlamından koparıyorsunuz, o kitapta öyle bir görüş yok. Sizler bunu hep yapıyorsunuz, bilmeden konuşuyorsunuz.”

Nazlı Hanım mosmor. Onca yıla ve deneyime yazık değil mi?

Neyse bu süreç geç de olsa kitabın duyurulmasına yaradı.

Almak ve okumak isteyenlere önerim, kitabı bulamazlarsa kitabevinden talep etsinler. Kitap piyasada bulunmuyor çünkü. Konferanslarımda “Kitabınızı bulamıyoruz” şikayetlerinden yorulmuş bir yazar olarak söylüyorum bunu. Dedim ya Alfa Yayınevi profesyonellikte beni fazlasıyla yanılttı…

AKLIMDA KALAN

Bir telefon: Kadının biri köşesinde sürekli beni eleştiriyor. Birlikte kahve içtiğimiz, birbirimizin hatrını saydığımız biri. Daha doğrusu ben öyle sanıyordum, değilmiş. Bana demediğini bırakmıyor köşesinde.. Üzülüyorum ama üzüntüm yazdıklarına değil. Onun da vurmak için fırsat kollayanlar güruhunda olduğuna.. Bana vurduğu yazılarından birinden sonra telefonum çaldı. Bu hanımefendinin yazdığı gazetenin tepe yöneticilerinden biriydi. Hayli sayılır biri. Dedi ki “Nuran Hanım, bu ülkede iki şey husumet çeker. Biri paradır, biri de itibar. Sizde bu ikincisi, itibar var. Hakkınızda yazılanları umursamayın. Şunu da bilin ki benim size sonsuz saygım var. Üstelik bu görüş yalnızca benim değil, benim patronumun da görüşü.” Şimdi bu ismi yazsam bana yakışmaz, yazmam ama bilen bilir..