Nuran YILDIZ

GÜNAYDIN SAYIN CUMHURBAŞKANI!

----- 28.06.2010 - 09:45 -----

İngilizce de söyleyeyim de, anlaşmazlık olmasın: “Good morning after supper!”

Toplamışsınız TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRK-İş, HAK-İŞ...

Demişsiniz ki “Terörle ve terör örgütüyle Kürt sorununu ayrıştırmalıyız.” Bunca yıldan sonra bu cümleyi ederken böbürlendiniz mi, mahcup mu oldunuz, merak ediyorum gerçekten.

Konuklar o sırada size mi bakıyordu, denize mi hiç görmemiş gibi? Sizi dinlerken önemli adamlar, ceketleri ilikli, akıllarından ne geçmiştir acaba?

“Hımm…İlginç…” diyerek duruma mı uydular?

“Hadi yaa, daha önce aklımıza neden gelmedi bu?” diyerek hayıflandılar mı?

“İyi de ‘Analar ağlamasın diye açılım şart’ diyenler sizler değil miydiniz?” sorusunu sorabilecek yürekleri yanlarında mıydı acaba konuklarınızın?

Yoksa kafa mı salladılar onaylar gibi?

Bilemem.

Bildiğim, sizin yeni kurduğunuz bu cümleyi benim yıllardır yazıp söylüyor olmam. Biraz araştırsam gün gün kanıtlarım bunu size.

Siz uçakta müstehzi bir ifadeyle “tarihi fırsat” dediğinizde de söyledim hem de TRT Türk’te…

Onun çoook evvelinde de…

Terör sorunuyla Kürt sorunu aynı şey değildir! Örtüştürmek çözümsüzlüğe yol açar!

Bu kadar eski bir bilgiyi sizin yeni dillendiriyor olmanız acıklı bir durum değil mi Sayın Cumhurbaşkanı? Çünkü ben, sıradan, işi gücü okuyup yazmak olan bir akademisyenim. Kendimi bilgiyle beslememe yardım eden bir tek kişi var o da yine ben. Öyle sayısız danışmanlarım, katiplerim, memurlarım, bürokratlarım yok yani.

Peki siz?

Onlarca danışmanı ne diye çalıştırıyorsunuz? Ne iş yapıyorlar, önünüzü görmeye yardımcı olmuyorlarsa?

Öyleyse yıllardır dillendirdiğim başka bir bilgiyi daha yazıyorum buraya:

“Kürt sorunu adlandırması, duruma ilişkin doğru bir adlandırma değildir!”

Durun bakalım siz ve sizin danışmanlar ordusu bu bilgi noktasına ne zaman gelecekler?

Bekleyip göreceğiz. Göreceğiz de o süreçte sıra sıra şehitler de vereceksek yazık değil mi?

Öyleyse söyleyiniz Sayın Cumhurbaşkanı, var mı böyle bir lüksünüz?

BAŞBAKAN NEREYE BAKIYOR?

Geçen hafta ülkemden çıkarken, gazetelerin ilk sayfasında Başbakan Erdoğan siperde çömelmiş, uzağa bakıyordu. Yanında komutanlar.

Bir hafta sonra güzel ve acı çeken ülkeme döndüğümde... Uçakta elime aldığım gazetede Başbakan siperde çömelmiş, uzağa bakıyordu halâ. Yanında komutanlar.

Bir Başbakan kendi ülkesinde çömelmiş otururken ne geçerdi aklından? İyi yönetici kendi ülkesinde mahsur kalır mıydı ki…

Deyin ki siperden sınırın öteki yanına bakıyordu. Bir kurşun değecek kadar yakınlardaydı yani terörist.

İyi yönetici kendi ülkesinin sınırlarının kilometrelerce ötesinde uçan sineği bile tehdit olarak gören değil miydi ki…

ABD’nin yöneticileri binlerce kilometre öteyi “tehdit algılaması” bahanesiyle hallaç pamuğuna çevirirken…

Başbakan sinip bir sipere… Kurşun değecek kadar kurşun atan yakında diye…
Kendi ülkesinde… Nereye bakıyor bir haftadır?

Komutan “Çömeliniz efendim” dediğinde, “Sen bana bağlı bir memursun, bana ne yapacağımı söyleyemezsin!” diye kükrememiş bile can korkusundan…

Öyleyse…

Nereye bakarsa baksın, görüp göreceği sudaki yansımasıdır narsisuz örneği…

BONCUK…

Bora ile (ben onun halasıyım, o sekiz yaşında) ödevlerini kontrol ediyoruz. Öğretmeni yaz tatili falan dinlememiş ve bir takvim çerçevesinde ödevler vermiş.

Soruların hepsini yanlışsız yanıtlamış. Bir soruda sorun var. “Hepsini doğru yapmış mıyım halacığım?” diyor, kendisinden emin.

“Neredeyse hepsini. Bir tanesi hariç” diyorum.

Birlikte bakıyoruz.

Soru: “Aşağıdaki sözcüklerden özel isim olanları işaretleyin.”

Yanıt seçenekleri: AYŞE (işaretlemiş), TÜRKİYE (işaretlemiş), ÇİÇEK (işaretlememiş), BONCUK (işaretlemiş).

“Bora’cım, boncuk özel isim değil ama bak sen işaretlemişsin.”

“Hayır” diyor karalılıkla, “Boncuk özel isim, ben bu isimde köpek biliyorum! Boncuk özel isim.”

Haydi siz çıkın işin içinden.

AKLIMDA KALAN

Avrupa Birliği’ne neden giremeyeceğimizin onlarca nedeninden biri: Özlem öğretmen, öğrencileriyle birlikte yolun karşısına geçerken freni boşalmış bir kamyonun üzerlerine geldiğini görüyor. Öğrencilerini kurtarıyor ama kendisi ağır yaralanıyor. Gazetelerden okumuşsunuzdur olayı. Sonrası feci, saçma ve tam bizim ülkemize göre. Kazanın bilirkişi raporunda sürücü “tali kusurlu”, Özlem Çubukluöz “asli kusurlu” çıkıyor! Neden mi? Çünkü Özlem öğretmen “Yayalar karşıya geçişlerini kavşak başından veya yaya geçitlerinden yapar, ilk geçiş hakkını araçlara bırakır” maddesini ihlal etmiş! Trafik yasalarını önceliği araçlara vererek hazırlayan bir ülkeyi, aynı yasaları insanlara öncelik vererek hazırlayan ülkeler topluluğu neden içine alsın ki? Siz herhangi bir Avrupa ülkesinde bir yayanın adımını yola attığı anda, araçların durmadığı bir kent gösterebilir misiniz? Canını sıkma Özlem öğretmen, Türkiye’de haksız çıksan da “insan hakları”nın geçerli olduğu üst mahkemelerde bu davayı kazanırsın…