Nuran YILDIZ

RETORİK Mİ, MATEMATİK Mİ?

----- 05.07.2010 - 08:30 -----

Ülkemizdeki pek çok kavramsal yamulmaya koşut olarak “think tank”lerin işlevlerinde de algısal bir yamulma var. “Düşünce üretme, toplama ve dağıtma merkezleri”nde nesnel, objektif düşünce ve bilgi üretildiğini sanmaya eğilimli olsak da gerçek hiç öyle değil.

Hani bizde bir deyiş (yoksa bir atasözü müydü?) vardır, “yemeğini yediğin evin türküsünü çığırmak/söylemek.” “Think thank”lerin durumu budur.

Bir ülkenin ya da bir sermaye grubunun desteğiyle kurulan ve finanse edenlerin dünya görüşünü destekleyen metinlerin kamuoyuna servis edildiği...

Ortaya dökülenler dışında, kurucu otoriteye gizlice sunulan daha gerçekçi metinlerin de üretildiği merkezler...

Yapı olarak legaldirler. Onlara gelinceye kadar çok daha büyük etik sorunlar nedeniyle yaptıkları iş, bilim-etik düzleminde tartışılmazlar bile.

Her daim, “düşünce kuruluşları”nca üretilen metinlere karşı bilinçli ve uyanık olunmasında yarar vardır.

Her yıl ABD’deki düşünce kuruluşlarından sızan metinlerin neden olduğu yoğun tartışmalar yaşanır ülkemizde ve de dünyanın başka ülkelerinde.

Arkasında Beyaz Saray’ın olduğu kuruluşlarca üretilen metinlere bakarak, ABD’nin ilgili ülkelere karşı tutumuna dair ipuçlarına ulaşılabilir.

Örneğin, daha birkaç ay öncesine kadar AKP’nin Türkiye demokrasisi için ne kadar elzem olduğunu içeren makaleleri üreten Brookings Institute gibi think thank’ler, son zamanlarda tam tersi düşünceler üretmekte.

Gelelim bizdekilere…

Birkaç yıl öncesine kadar TESEV meşhurdu. Arkasında Soros destekli, Açık Toplum Enstitüsü olduğu herkesçe bilinirdi.

Şimdilerde SETA pek bir gündemde. Arkasında AKP Hükümetinin destekçileri var.

İki gün önce Hürriyet’te, SETA’nın Genel Koordinatörü Taha Özhan’ın, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun “komşularla sıfır sorunlu dış politika” görüşüne ilişkin düşüncesi yer aldı.

Özhan demecinde, başından beri bu “sıfır sorunlu dış politika” fikrinin gerçek dışı olduğunu söyleyen bizlere bir yandan laf çarpmaya çalışırken, bir yandan da bu fikrin çöküşüne rasyonel bir kılıf yaratmaya çalışmış.

Demiş ki, “Sıfır sorunlu dış politika görüşüne karşı çıkanlar retorikle matematik arasındaki farkı bilmeyenlerdir.”

Kendi kendilerini ele veren bir açıklama deyip geçebilirsiniz bu cümleyi. AKP’nin gerçeklerle değil, retorikle (güzel, bezeli sözlerle) ülkeyi yönettiğinin itirafı olarak…

Tavize dayalı bir dış politika anlayışına itiraz eden bizler, tam da bu nedenle, retorikle matematik arsındaki farkı bildiğimiz için itiraz ediyoruz.

Türkiye’nin komşularla barış içinde, AB’nin üyesi, Orta Doğu’nun barış sağlayıcısı, Orta Asya’nın ağabeyi, ABD’nin müttefiki, Rusya’nın iş ortağı olacağının dillendirilmesi retoriktir. Kulağa hoş gelir. Tezatları, çıkar dengelerini yok sayar. Pembe bir dünya kurar ve gözlerimizin önüne havuç bağlar.

Oysa…

Irak’ın kuzeyinde biriken cephane sayısı, beslenen terörist sayısı matematiktir.

Bu ülkede her gün ölen asker-sivil insanların giderek artan sayısı acı bir matematiktir.

Etin düşmeyen fiyatı matematiktir.

Her gün çoğalan işsizlerin sayısı da matematiktir.

Ülkenin artan borçlarının tutarı da, bir türlü kapanmayan kredi kartları borçları da matematiktir.

“Biz güzel hayaller kurduğumuz için bizi çekemiyorlar” demek retoriktir ancak, “Bu yıl verdiğimiz şehit sayısı, geçen yıl verdiğimiz şehit sayısının yüz katı” demek matematiktir…

Biz retorikle matematik arasındaki farkı iyi biliriz. “Politik eylem” ile “politik konuşma” arasındaki uçurumu kitabını yazacak kadar iyi biliriz. Her geçen gün çoğalarak itirazımızın yükselmesi ondandır!

ŞAŞIRMAKLA ŞAŞIRMAMAK ARASI

Yazın dondurma, kışın sıcacık içilen salep yapımında orkidelerin yumruları kullanılıyormuş. O kadar ki, o muhteşem orkidelerin soyu tükenme noktasındaymış. Bu bilgiye fazlasıyla şaşırdım.

Galatasaray Başkanı Adnan Polat son yıllardaki başarısızlıklarını açıklamaya çalışırken kadrolarının kaliteli olduğunu ve gereğini yaptıklarını söyledikten sonra eklemiş “Şanssızdık!” Galatasaray gibi her durumun rasyonel bir açıklaması olduğuna inanan bir camianın başarısızlığı şanssızlıkla açıklayan bir başkanı olmasına çok şaşırdım.

AB Düşünce Grubu üyesi ve de Oxford öğretim üyesi Kalypso Nicolaidis “AB’nin 30 sene içinde yüz milyon göçmene ihtiyacı var. Bu anlamda Türkiye, Avrupa’nın viagrası olabilir” demiş. Göçmenleri çıkardığınızda AB ülkelerinden geriye bir şey kalmayacağı bir yana, bir Oxford’lu öğretim üyesinin bilinçaltında bile, Türklerin kaderinin “Türk erkeklerini unutamayan Helga’lar”dan öteye gitmediğine hiç şaşırmadım.

AKLIMDA KALAN

Dikey ve yatay çizgiler: Ülkemizde “kırmızıda dur, yeşilde geç” kuralı bir şey ifade etmediğinden, trafik ışıklarının üzerine sayaç kondu. Yine pek işe yaramamış olmalı ki bu kez yeşil renkle “geç”, kırmızı renkle “dur” komutu yazıldı. Sanki kurallara uymayışımız okuma yazma bilmediğimizdenmiş gibi. Barselona’da gördüğüm ise, yalnızca dikey ve yatay çizgilerin yanmasıyla trafik kurallarının işlediği. Dikey ışık yanınca geçiş serbest, yatay ışık yanınca geçiş yok. O gün bugündür düşünüyorum, gittikçe daha soyut bir dille anlaşmak gelişmişliğin mi, ilkelliğin mi göstergesiydi?