Nuran YILDIZ

KOKU…

----- 23.07.2010 - 00:01 -----

Hafta sonu koku üreticilerinden birisiyle ilgili bir haber okudum. Haberin başlığını okurken aklımda Süskind’in unutulmaz romanı “Koku” vardı. Kalabalıklar içinde kendisini inşa edemeyen bireyle “koku” arasında Süskind’in kurduğu simgesel ilişki çarpıcıydı.

O kadar çarpıcı bir koku hikayesi beklemiyordum zaten haberin içinde. Okumayı bitirdiğimde ise, başka bir koku vardı burnumda. Somut. Paraya dönüştürülen…

Koku üreticisi, son zamanlarda kurumsal kokulara taleplerin arttığını söylüyordu. Bir kurumun tüm şubelerinin ve çalışanlarının aynı kokuyu yayması. Müşteriye “Bu kokuyu takip et” telkini. Bilinçaltına zerk…

Bizimkilerin yeni keşfettiği bu koku işinin, ABD ve Avrupa ülkelerindeki keşfi çeyrek asır geriye gidiyor. Tüketiciyle ürün arasındaki koku-bilinçaltı ilişkisini kurmak önemli bir pazarlama aşaması.

Örneğin büyük otomobil üreticileri. İmaj araştırmalarını arabanın tasarımına indirmiyorlar. Bizimkilerin yaptığı gibi insanda saç-sakalın karşılığı otomobilde kaporta diye tutturmuyorlar.

Olası müşterilerden oluşan deneklerin gözlerini bağlayıp otomobile dokunmalarını istiyorlar. Otomobilin hatlarını elleriyle algılayıp ne hissettiklerini söylemelerini istiyorlar.

Sonra otomobilin içini koklatıyorlar ve yine ne hissettiklerini öğreniyorlar.

Biz insanlar için koku alma duyusu, belki de diğer duyularımız arasında en tehlikelisi. Burnumuz bedenimizin gizli yöneticisi, bir tür anten.

Bir tıp dergisinde okumuştum, insanların da hayvanlardaki gibi cinsel yönelimlerini kokular belirliyor. İnsan ilişkilerimizi tanımlıyor.

Uzun uzun düşünmüştüm. Bu koku işinin siyasal iletişimle ilişkisini. Tam dillendiremesek de hangi genel başkandan burnumuza ne koku geldiğini bilebiliriz.

Ben ki, koku dendiği zaman envai çeşit parfümler bir yana, üç koku bilirim baş döndüren: Fırından çıkmış ekmek kokusu, yeni basılmış gazete kokusu, bebek kokusu…

TOPLU EDEBİYAT KATLİAMI

Tamam, gazetelerin pazar eklerinde yer alan ve genelde de “bestseller” olan sabun köpüğü kitaplara “edebiyat eseri” muamelesi yapmam doğru değil.

Yine de onlar da bir emek ve zihin ürünü. Üstelik okurun aşk ve macera beklentilerine yanıt verebiliyorlar.

İyi de yayıncıların kitap kapaklarına gerçek insan fotoğrafları koyması da neyin nesi?

“Kaz Çobanı”, “Zoraki Prenses”, “Güllerin Fısıltısı”, “Leyla”, “Sarışın Vampir” ve daha birçoklarının kapaklarında gerçek kadın fotoğrafları var.

“Gösteri toplumu”nda yaşıyor olabiliriz, bu yayınevinin tercihi olabilir yine de yazarların bu kapak tasarımlarına itiraz etmeleri gerekir.

Her okur, kitapta geçen kahramanları kendi zihninde ete kemiğe büründürür. Bir kitap kahramanından her okurun kafasında ayrı bir tane vardır ve edebiyatı eşsiz kılan da insanlara bu olanağı sunması değil midir?

Ödüm kopuyor, çocukluğumun unutulmaz kitabı “Bir Çalgıcının Seyahati”nin yeni baskısı çıkar da kapaktaki fotoğraf, kafamda yıllar yılı yaşattığım Alfred Müller ve Fredrich Schiller karakterlerini öldürürlerse diye…

Ya da kafamızda hiç yaşamamış, hayli iddialı bir Pollyanna ile karşılaşırsak bir kitap kapağında… Benimkinin uzun, örgülü, kumral saçları vardı, sizinkinin peki?

AKLIMDA KALAN

Barselona’da Kristof Kolomb anıtının altından Akdeniz’e bakmak: Haziran’da birkaç günlüğüne Barselona’daydım. Güzel şehir. Sevdim. Yine de Kolomb’un anıtından etkilendiğim kadar ne mimar Guelle’in eserlerinden ne de mutfağından etkilendim. Anıt metrelerce yükseklikte bir sütun ve o sütunun tepesindeki Kolomb heykelinden oluşuyor. Şehrin en popüler yerlerinden birinde, marinada. Güya Kolomb, yeni kıtayı gördüğü o gezisinden döndüğünde karaya çıktığı noktaymış orası. Böylesi ince ayarlı tarihi öykülere pek inanasım gelmez ama orada dururken inanmak istiyor insan. O kadar ki, bu deniz o deniz değil, bu kara o kara değilse de, kıyıya bakarken “Acaba şuraya da basmış mıdır?” diye düşünmeden edemiyor insan. Anıtın altında durup Kolomb’un baktığı yöne bakıyorum. Önümde deniz. Eliyle uzağı gösteriyor, Amerika kıtasını olsa gerek. Teknelere bakıyorum. Sonra da sırf turistik olsun diye Kolomb’un Santa Maria gemisinin modelini koymuşlar mı diye bakıyorum. Yok. Yine de Kolomb anıtının altında, geldiği yönü gösteren parmağının altında denize bakarken tarihe dokunmuş gibi hissediyordum.