Nuran YILDIZ

KENDİ MÜCADELENİZİN KAHRAMANI OLUN!

----- 26.07.2010 - 10:50 -----

Önümüz referandum. AKP canını dişine takmış çalışıyor. Kurulduğu günden bugüne demokrasi ambalajı içinde kendi hedeflerine doğru yorulmamak üzere çalışıyorlar.

Kendilerince hedefe varmadan da durmayacaklar.

AKP’ye gönül veren her bir kişi kampanyada çalışmayı bir görev biliyor.

CHP de durmak bilmeden çalışıyor. Yönetim değişikliğinin hemen ertesinde Kılıçdaroğlu yollara düştü, halkın susamışlığını gidermek için uğraşıyor. Kendini parçalıyor, görüyorsunuz.

Eski yönetimin ihmallerini düzeltmeye çalışırken, toz duman içinde referanduma gidiyoruz. Kum saatindeki kum bitmek üzere. Zaman yok.

Halkımızın önemli bir kısmı referandum paketinin içindeki tuzaklardan haberdar bile değil.

Halkımızın bir kısmı, ki onların atalarının kanlarıyla kurulan Cumhuriyetin dibine kezzap suyu dökecek bu değişikliklere “evet” diyecekler. Üstelik bunu yaparken AKP kandırmacası, göz boyaması nedeniyle iyi bir şey yaptıklarını sanarak yapacaklar bunu.

Ne olup bittiğini anlamadan, AKP’nin örgütlü harala gürelesiyle sandığa gidecekler.

Bu referandumda bir “evet” bile çıkmaması gerekirken…

İnsanımızın bir kısmı “evet” derse demokrasi gelecek sanıyor.

O bir kısmı “evet” derse darbe de gelmeyecek sanıyor.

Hiçbir maddenin darbeyle de, demokrasiyle de ilgisi yokken.

Oysa bugün, “hayır” diyerek kurtarılacak vatan da gelecek de.

“Hayır” diyecek olanlar “Ben nasılsa ‘hayır’ diyeceğim” diyerek vicdanını rahatlatıp oturacaklar.

Oysa biz bugün tıpkı 91 yıl önce Samsun’a çıkar gibi…

Kararlı, mücadeleci olursak…

Kendi oyumuzla yetinip, her gün “evet” demeyi düşünen birkaç kişiyi ikna etmeden uyursak ülkenin varlığı, birliği ve bütünlüğü tehlikeye girecek.

Her birimiz tek tek bundan sorumlu olacağız.

Uzun uzun maddeleri anlatmanıza gerek yok, “evet”çileri “hayır”a çevirmek için.

Yalnızca bir soru sorun yeter: “Yargıçları, savcıları siyasetçiler (bugün AKP’liler, yarın başkası) atasın mı?”

Sonra devam edin “Eğer ‘evet’ dersen öyle olacak.”

İkna olmadı mı? Yine sorun: “Değişiklik grev hakkı getiriyormuş ya, greve gittin. Sen greve gidince işverenin zarara uğradı, o zararı sen ödeyeceksin. Greve gider misin?”

Sevgili okur, durduğun yer, savunduğun ‘hayır’ sağlam. Bu ülke için bir şeyler yapma vaktiniz geldi. Şikayetlenmekle, eleştirmekle zaman kaybetmemelisiniz.

Sizin gibi düşünenlerle “Ne olacak bu ülkenin hali?” diye hayıflanmak yerine, her gün yeni “hayır”lar kazanmadan yatağına gitmemelisiniz…

İmkansızlıklar içinde, vatanın her karış toprağı işgal edilmişken, dünyaya karşı tıpkı atalarının yaptığı gibi “İş başa düştü” deyin ve kendi mücadelenizin kahramanı olun.

GÜZEL KENTLER ÜLKESİNİN GÜZEL İNSANLAR KENTİNDEN…

Biliyorsunuz perşembe günü Gaziantep’teydim. Bir kısa gün. Bir koca gün.

O günden söz etmek istiyorum ama nasıl bilmiyorum.

Hangi birinden söz edeceğim?

CHP’li kadınların coşkusundan mı?

İl Başkanı Hasan Beyin, eşi Hatice Hanımın ve İl Kadın Kolları Başkanı Müjgan Hanımın dillere destan konukseverliğinden mi?

Yalnızca CHP’lilere verdiğim iletişim konferansına Gaziantep’de duyan herkesin koşup gelmesinden mi?

90’larında bir ninenin Kemal bey için yazdığı şiiri elime tutuşturup “Bunu Kemal’ime ver” demesinden mi?

Sahan Restoran’da yediğimiz o leziz kebaplardan mı?

Antep’in sokaklarında yürürken yemek yediği masasından kalkıp “Odatv yazılarınızı okuyorum” diyen sevgili okurun inanılmaz dikkatinden mi?

Elinde tuttuğu katlanmış Türkmen yemenisi ve sedef kakma minik sandıkla bana gülümseyerek “Bunları size getirdim” diyen güzel yürekli kadından mı? Yoksa onun karşısında ne yapacağımı bilemeyişimi mi anlatmalıyım?

Dahası var. Türkmen yemenisini başıma o şefkatli elleriyle bağlarken, sabahları Radyo D’de, Uğur Dündar ve Hakan Gündüz’ün benden söz edişini anlatışındaki coşkuyu da anlatmam lazım… Ama nasıl?

Öyle güzel bir gündü ki orada geçirdiğim.

Antep’in yaz sıcağından çok daha ağır basan insan sıcağını bırakmak istemiyor insan.

İnsan sıcağı… Ondan daha çekici bir güç bilmiyorum ben.

AKLIMDA KALAN

Gaziantep Mozaik Müzesi: Ülkemize gelen bir turist, bakmış ki her karış toprak sanki bir açık hava müzesi. Hiçbir güvenlik önlemi, bakım, koruma yok, “Bizde az ama değerini biliyoruz, sizde çok ama değerini bilmiyorsunuz…” demiş. Mozaik Müzesi’ni geziyoruz. Üzeri açık mezarlarda iskelet parçaları duruyor. Bize harika bir rehberlik yapan Müze görevlisi Özgür Bey “Geçici olarak burada oldukları için üzerleri camla örtülmedi” diyor. Kireç taşından binlerce yıl önce yapılmış heykellere rahatlıkla dokunabiliyor ziyaretçiler. Oysa kireç taşı kolay zarar görür. Ne bir zincir ne de bir engel var çevrelerinde. Batıda bir müzede, kıytırıktan bir esere biraz yakından bakmak isteseniz ya bir güvenlik görevlisi ya da alarm giriverir devreye. Duvarlardaki bir kısmı çalınmış olağanüstü mozaik eserlere bakarken Özgür Beyin “aşk ve ruh bölünmesi”ni anlatan efsanesini dinliyorum. Ve ülkemin tüm değerlerinin hoyratça parçalanıp, zarar görmesine içim acıyor.. Derin sızıyla çıkıyorum dışarı.