Nuran YILDIZ

ANTALYA’YA GİDİYORUM!

----- 08.10.2010 - 14:00 -----

Tatil için değil. Çok isterdim ama. Ruhum, bedenim, kafam “bizi tatile götür” isyanlarını terk edip boyun eğeli çok oldu.

Siyasi bir gezi için de değil.

47. Uluslararası Antalya Film Festivali için! Sanatsal bir etkinlikte rolüm yok. Sanatsal bir tek hünerim de yok.

Halbuki sesim şarkıları güzelleştirsin, çizgilerim kağıtlara değer versin isterdim… Bedenim aklımdan kopuk, ruhuma yapışık dans etse de olurdu. Sinema… Perdesine kafamı dayadığım bir pencere sadece…

Sanat deyince bende “tık” yok. Tanrının beni cezalandırma şekli de bu olsa gerek. Dil pabuç olunca, sanatsal yetenekten yoksun kal da gör gününü cezası!

Maalesef sanat sınır ötesi bir mekan. Sınır berisinden gözleyen sadece…

O zaman ne işim var, hem de dünyanın sayılı film festivallerinden birinde? Soruyorsanız, haklısınız.

Kendi işimi yapmaya gidiyorum yine, konferans vermeye. Festival çerçevesinde “Ordular ve Sinema” konuşacağım. “Pentagon sinemayla ne yapıyor, biz ne durumdayız” içerikli bir sunuş. Filmlerden örnekler. Ben keyifliysem o gün, sunuş kesinlikle keyifli olacak.

Hadi biraz şımarıklık da olsun, festivalin tek konferansını ben veriyorum.
Hastayım biraz. Boğazım kapalı. Ateşim var ama o gün iyileşeceğim.

Konferans için Festival komitesinden aldığım davet, geçen Mayıs’ın ilk haftasıydı. İmzanın hemen üzerinde “En içten sevgi ve saygılarımla” yazısı keyfimi artırmıştı.

Sayın Kılıçdaroğlu’dan CHP PM üyeliği için aldığım teklif ise aynı Mayıs’ın son haftası…

Antalya’da ve çevresinde yaşayan tüm okurlarımı bekliyorum. Tarih 10 Ekim 2010. Saat: 13.30. Yer: Antalya Kültür Merkezi, Perge Salonu. Bu yazıyı okuyanlar, okumayanlara söylesin.

“ARTI ZAMAN” VE “ARTIK ZAMAN”

Geçmiş bir gün “Birinin sizi sevdiğini nasıl anlarsınız?” konulu bir yazı yazmıştım. Farkındayım bugünün ilişkilerini tanımlamak için “sevgi” hayli iddialı bir laf.

“Sevgi” sözcüğünün üstünü çizip (içimiz sızlayarak) yerine “değer” yazalım. Birinin size değer verdiğini nasıl anlarsınız?

Yanıtı karmaşık değil. Basit. Eski bir kuralı anımsamak yeterli.

Bakın bakalım sizi hayatının neresine koyuyor? Sizinle olmak, sizi aramak için boş ve uygun zamanı mı bekliyor? Yani siz onun “artık zamanlar”ında mısınız?

Yoksa… Sizin için iki arada, bir derede “artı zaman” mı yaratıyor?

Test etmesi kolay, sonucunu göze alması zor bir test…

AKLIMDA KALAN

Kadınların ve erkeklerin kırılma noktası: Dikkat ediyor musunuz, gazetelerin üçüncü sayfaları terk edilen erkeklerin şiddet haberleriyle dolu. Boşanma sürecindeler. Boşanıyorlar. Kadın çoluk çocuğuyla ortada kalıyor. Bir akrabasının yanına sığınıyor. Bu sığınma, ortada kaldığı gerçeğini değiştirmiyor. Kadın göze alıyor, ayakta kalmaya, yeni bir yol bulmaya veriyor kendini. Üzülmüyor mu? Elbette üzülüyor. Kim hayatın orta yerinde ve yokluklar içinde yeni bir yolu göze alabilir ki? Kadın alıyor. Erkekler? Bakın üçüncü sayfalara. Ya intihar ediyor, ya gidip kadını bulup dövüyor ya da kadını öldürüyor. Daha geçenlerde bir adam kızıyla denize atladı. Dün, gidip boşanmaya kararlı karısını babasının evinde vurdu birisi. Erkeklerin ayrılıklarda şiddet içeren tepkilerini nasıl açıklayabiliriz? Yalnızlıkla baş edememekle mi, reddedilmiş olmanın intikam duygusuyla mı? Ya da başka bir nedenle mi?