Nuran YILDIZ

“BİR DE BAKTIM YOKSUN…”

----- 22.10.2010 - 00:01 -----

Ne hüzünlü bir ifade... İlk okuduğumda takılıp kaldım. Devamındaki cümlelere göz atıp, sonra yeniden dönüp bu cümleyi okudum. Yeniden okudum. Yeniden…

Bildik sözcüklerden oluşmuş, bildik bir cümle olsa da çağrıştırdığı duygulara asılı kaldım.

Bir De Baktım Yoksun” Yekta Kopan’ın yeni çıkan kitabının adı. Yekta Kopan yaptığı tüm işlerden öte, çok özel bir seslendirme sanatçısıdır benim için. TRT’nin Okul Radyosu’ndan yetişme. Sesi radyoya yapışmış kulaklarımda o günlerden kalma. İyi bir yazar mıdır bilmem ama kalemiyle önemli ödüller aldığını biliyorum.

“Bir de baktım yoksun” cümlesiyle süzülüverdi sözcükleri okumalarım arasına.

Pişmanlık. Değer bilmeme. Terk edilmişlik. Geç kalmışlık. Yalnızlık.

Daha birçok anlam birlikte…

Bir de bakıyoruz ki yok. Hani o hiç gitmeyecekmiş gibi hayatımızda duran. Hani hiç ölmeyecekmiş gibi yanımızda yaşayan… Bir de bakıyoruz ki yok.

Sesimiz yokluğunun boşluğunda yankılanıp yeniden bize dönmeye başlıyor.

Bir de bakıyoruz ki yok, kimsesizliğimizin örtüsü alınıveriyor üzerimizden.

İşte bu yüzden…

“Bir de baktım yoksun…” diyeceğimiz günlerde, “… ama sen varken söylenmedik söz, yapılmadık hiçbir şey bırakmadık” diyebilecek gibi yaşamak lazım…

ÜÇ ARADA BİR DEREDE KALMAK

Ben de biliyorum başlıktaki ifadede “üç arada” yerine “iki arada” olması gerektiğini. Okurun ukalası da bana düşüyor, bilmez miyim?

Ben “üç arada” kalıyorum. Eskiden “iki arada” kalıyordum biliyorsunuz. Politika yazmamı isteyenlerle, yaşam yazmamı isteyenler arasında.

Şimdi bir de bunlara “Ülke alt üst siz CHP yazmıyorsunuz” diyenle, “CHP’desiniz diye hep CHP mi okuyacağız sizden?” siteminde bulunanlar eklenmesin mi?

Canım sıkılıyor, ne yapacağımı/yazacağımı bilemiyorum…

PEMBE GÜLLERİ YEMEK ZOR…

Her yıl… Aynı günlerde… Bir hoş sürpriz. Hep. Hiç sürprizden hoşlanmayan ben, her yıl bugünlerde olanı seviyorum.

Her yıl şaşkına dönüyorum. Her yıl beni şaşırtacak bir şey buluyor sürprizi yapan.

Ofisimde olmamı garantilemek için sekreterimden garantili günü ve saati öğreniyor. Ben ofise geliyorum arkamdan sürpriz geliyor. Her yıl.

Bu kez pembe bir saksı uzatılıyor, muhteşem. İçinde bir yığın pembe gül.

Öyle güzel görünüyor ki, “Şeker kız Candy” çizgi filmindeki güllere benziyor.
Güzelliğine büyülenip iyice saksıya sokulduğumda, gül kokusu yerine şekerleme kokusu geliyor burnuma. Pembe güller şeker ve çikolatadan!

Bu kadar güzel bir şey yenebilir mi? Dişlerin arasına alınıp ezilebilir mi? Mümkün değil. Ama yenmesi gerekiyor, aksi halde bayatlıyor…

Ben sana tesekkur ederim...

AKLIMDA KALAN

Gazetenin sizden önce okunması psikolojisi: Nicolas Cage korumalığını yaptığı yaşlı kadına gazetesini götürecek. Arkadaşının elinden gazeteyi hızla çekip alırken “Bilmiyor musun, kendisinden önce gazetesinin okunmasını istemiyor!” diyor hışımla. Filmde. O sahne beni gerçeğe döndürüyor. Ben de, tanıdığım pek çok insan da gazetesinin kendisinden önce okunmasına deli olur. İyi de neden? Yıllardır bu sorunun yanıtını arar dururum. Bu film sahnesiyle yeniden bu sorunun kucağına düştüm. Neden gazetemizin bizden önce başkaları tarafından okunmasını istemeyiz?