Nuran YILDIZ

BİZİM BAŞIMIZ KEL Mİ?

----- 27.10.2010 - 00:01 -----

Çoktandır esası bırakıp eyleme odaklanır olduk. İktidar-muhalefet ilişkilerine bakmak yerine CHP’nin Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna katılıp katılmayacağı temel mesele haline geldi.

Medya da “eylem”e teşne olunca, durum “gidecekler mi, gitmeyecekler mi”ye dönüştü.

Kişisel fikrim gidilse ne olur, gidilmese ne olur, mesele atı alan Üküdar’ı geçti mi, geçmedi mi meselesidir.

Ama biz skorer bir anlayışla yaşama takılır olduk biz zamandır. Anlamlarımız boşaldı, öyle hafifledik ki, değil rüzgâr, hafif esen bir yelle bile oradan oraya savrulur olduk.

Cumhurbaşkanlığı resepsiyonuna gidecekler mi, gitmeyecekler mi? İçi boş, kuru bir sorumuz var kocaman. Neyse ki ben davetli listesinde değilim. Gülben Ergen’e var da bana yok mu diyecek de değilim.

Neyse ki çağrı yok da gitmek mi zor, kalmak mı zor diye o kamera senin bu kamera benim dolaşmama gerek kalmıyor.

Ama canım sıkılıyor. Çok sıkılıyor.

Biz, Cumhuriyeti kuranlar, Cumhurbaşkanlığı lütfedip de çağırmamışsa, ya da çağırsa da orada olmak istemiyorsak gidecek bir resepsiyonumuz yok.

Şöyle kadınların en güzel giysileriyle, erkeklerin en şık halleriyle, çağdaş, uygar bir Cumhuriyet resepsiyonunda, her köşesinden gülümsemelerin yayılacağı bir resepsiyon… Aydınlık salonlarda, kulaklarımıza valsler dolarak, hatırlar sorarak “ne zamandır görüşemedik” diyerek…

İçim hafiften buruk, bir Cumhuriyet Bayramında içinde olmak isteyeceğimiz, davetiyesi geldi mi diye sorup, gelmeyince telaşlanacağımız bir resepsiyonumuz yok.

Peki ne var? Davetiyesi gelmeyince rahatladığımız, gelince gitmekle gitmemek arasında kaygılar büyüttüğümüz ruhu yitik bir etkinlik.

İşte o yüzden. Seneye ben de bir resepsiyon vereceğim. Kararlıyım. Boşuna “resepsiyon demek resmi kabul demek” ukalalığını yapmayın.

Biz… Cumhuriyeti kuranların çocukları…

Seneye… En güzel giysilerimizin içinde, bir Cumhuriyet resepsiyonu da biz düzenleyelim. O zaman biri de çıkıp desin ki “Siz düzenleyemezsiniz, resmi makam değilsiniz…” Yanıtımızı da duyarlar o zaman.

Sponsorlara şimdiden duyurulur.

Önerilerinizi ve yaratıcı fikirlerinizi bekliyorum. Bu yola size güvenerek çıkıyorum, arkamda değilseniz şimdiden bileyim…

YENİ EVLİLERİN UTANCI…

Başbakanı nikah şahidi yaptıysanız yandınız… Üç çocuk sözü almadan bırakmıyor.

Gelin ve damadın yüzü kızarıyor, Başbakan yatak odalarında ne yapacaklarını söylerken… Başbakanın yüzü kızarmıyor…

“Üç çocuk isterim” diye tutturuyor herkesin içinde.

Çocuk nasıl yapılır? Yanıtını yazmayacağım, siz zaten biliyorsunuz. Başbakan da biliyor.

Çocuk dediğin başlangıcı bir cinsel aktivite istiyor.

Başbakan herkesin içinde “En az üç kez cinsel ilişkiye girdiğinizi somut olarak kanıtlamanızı istiyorum” diye tutturuyor.

Gelinin de damadın da yüzü kıpkırmızı. Kimse ama kimse “Sayın Başbakan lütfen yatak odamızdan çıkar mısınız?” demiyor.

Mahremine söz edilince ortalığı dağıtan Başbakan, milletin mahremine karışmakla ayıp ediyor.

AKLIMDA KALAN

İTO Başkanının durumu: Bilmem sizin de dikkatinizi çekiyor mu, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş yargıya rüşvetten gözaltında. Türkiye ekonomisinin kalbi İstanbul’un ticaret odasının başkanı! İTO Başkanlığı Başbakan tarafından belirlenmiş! Babası AKP kurucularından, ağır ağabeylerinden Nevzat Yalçıntaş! Yani sıradan biri değil gözaltındaki kişi. Neresinden bakarsanız büyük olay. Oysa medyamız sanki böyle bir gözaltı yokmuş gibi davranıyor. Görmemek ve göstermemek için ellerinden geleni yapıyor. Buradan medyaya şöyle seslenmek istiyorum: Alooo, gözaltındaki kişi, boru değil, İstanbul Ticaret Odası Başkanı farkında mısınız?