Nuran YILDIZ

TELEFON: BAĞIMLILIK VE İŞKENCE…

----- 26.11.2010 - 00:01 -----

Bugün önce kendinizi test edin. Sonra çevrenizdekileri gözleyin. Telefona bağımlı yaşamak diye bir şey olduğunu fark edeceksiniz.

Gündelik yaşamımızın en sinsi bağımlılığı oldu telefon. Ya aranma ya da arama hallerinden birindeyiz daima. Karşımızda duranın, yanımızda oturanın hatrını sormuyor ama telefondakiyle tüm kişisel/evrensel meselelere hakim olabiliyoruz.

Anlamlı/anlamsız bir sürede telefon çalmıyorsa, akıldan neler geçiyor?

Acaba çaldı da duymadık mı?

Telefon bozuk mu?

Şebeke mi meşgul?

Hiç biri değilse neden aranmıyorum?!!!!

Daha pek çok soru. Sorularda kalsak iyi. Belirli aralıklarla telefonun ekranına bir göz atmak neredeyse bir tik halinde, cevapsız çağrı olur da duymayız kaygısıyla.

Düşünen kimileri bu acıklı durumu, “başkasıyla iletişim kurmaya bağımlılık” olarak açıklayabilir. Başkası odaklı yaşamak.

Düşünen başka kimileri, belirli “birine bağımlılık” olarak değerlendirebilir. Dünyanın tüm insanları arasa da o, “biri” için telefona bağımlıdır.

Kimileri ise başkasına değil tam tersine, bağımlı kişinin kendisine dönüklüğü olarak anlamlandırabilir. Kendisini temel özne olarak gördüğü için birileri tarafından mutlaka aranması gerekendir.

Tüm diğer bağımlılıklar gibi telefon bağımlılığı da kendisini masum gerekçeler altına gizler: İletişim kurmayı sevme, sosyalleşme, önemseme ve önemsenme, bilgilenme vs.

Gerekçe ne olursa olsun telefonla kurulan bağlantı iletişim kurma değildir. Çünkü iletişim kurmaktan söz ediyorsak işin içinde “göz”, “göze bakma” olmalıdır. Ben hep buna inandım. Bunca yıl iletişim okumuş birinin inancını yabana atmamanızı önerebilirim ancak.

Gerekçe ne olursa olsun telefon denen cihaz (!) zihinsel ve ruhsal yalnızlıkların dış dünyaya, başkalarına bir el uzatmasıdır. Şüphesiz.

Bu düşünceleri sizlerle paylaşmak istememe neden olan ise, az önce bir arkadaşımla aramızda geçen bir konuşma.

Arkadaşım ve ben uzun uzun kötü olanın şu iki durumdan hangisi olduğunu tartıştık: Hiç çalmayacağını bildiğimiz bir telefon mu, yoksa çalma ihtimali olan ama çalmayan bir telefon mu?

Yanıtı kişiye göre değişebilir ama okuduğum bir sözü de sizlerle paylaşmam lazım: “Günümüzün en önemli işkence aleti çalmasını bekleyip de çalmayan telefondur.”

AKLIMDA KALAN

Öğretmenler Günü sürprizi: 24 Kasım’da. Sabah saatleri. Çalışıyorum. Durumum son derece uygunsuz. Telefonum çalıyor. “Radyo D’den arıyoruz” diyorlar. Aklımdan hızla düşünceler geçiyor, Radyo D’den beni kimse aramaz, Hakan Gündüz dışında. Ama o da aramaz çünkü bu saat itibariyle yayında. Hızla akan düşüncelerin son sözcüğünü kaçarken yakalıyorum: Yayında!!! O sırada sessizliğimi (aslında şaşkınlığımı) fark eden telefondaki ses “Hakan Gündüz sizi yayına almak istiyor” demesin mi? “Olmaz” diyorum, “uygun değilim, toplantıdayım.” Telefondan stüdyodaki Hakan’ın sesini duyuyorum: “Toplantıda falan değildir. Yalan söylüyor.” Utanıyorum. “Peki” diyorum, başka çarem yok. O en sevdiğim programa ve en sevdiğim dj’e (acaba iki dj’den birine mi demeliyim) bağlanıyorum. Hakan Gündüz benim Öğretmenler Günü’mü kutluyor. O sırada karşımda duran arkadaşımın gözlerinin içine bakıyorum. Sonra öğrencilerimden gelen çiçeklere ve pastaya... Gözlerim doluyor. Bu dostluklar… Bu sevgiler… Bu güzel hayatı ben mi yaptım diyorum… Ben ve benim hayatımda olan herkes, hep birlikte yaptık bu güzel hayatı. Teşekkür ederim Hakan Gündüz, öyle sevimliydin ki tüm kırgınlıklarım geçti…