Nuran YILDIZ

DÖNMEK ZAMANI (EŞİĞİ)

----- 03.12.2010 - 00:01 -----

Ankara’dan binlerce kilometre ötede, ABD’deyim. Türkiye’de ilerlemenin yolu ABD’den (özellikle de belirli bir eyaletten) geçer fikrinin uzağında biri olarak buralarda ne arıyor olabilirim? TÜBİTAK ve ERP (Europen Research Foundation) tarafından düzenlenen “Brain circulation” toplantılarına Üniversitem adına katılıyorum.

New York’ta. Türklerin sıkça uğradığı bir restoranda yemek yiyoruz. Masamıza bir adam yaklaşıyor. Hayli yaşlı bir adam.

Davet beklemeden masanın bir ucuna ilişiyor. 35-40 yıl önce New York’a yerleşmiş bir beyin cerrahı. Türkiye’nin yokluk yıllarında, ABD’nin mutluluklar ülkesi olarak hayalleri süslediği zamanlarda… Almış eşini, göçmüş ülkesinden uzaklara.

Konuşuyor. Durmaksızın. Dinliyor muyuz umurunda değil. Anlatıyor. Masadakiler sıkılıp, kendilerini sigara bahanesiyle dışarı atıyorlar. Ben. Dinliyorum. Mıhlanmış gibi masadayım. Yaşlı adamın anlattıkları umurumda bile değil, dinleyen birine ihtiyacı var, derdim o ihtiyacı karşılamak.

Hepimizin en görünmez ve en acıtıcı ihtiyacı değil midir dinleyen birini bulmak?

Konuşuyor. Sözcükleri havada uçuşuyor. Zihnim o sözcüklerin ötesinde, gizlisinde dışarı vurulan ne kadar anlam varsa onları yakalıyor.

Türkiye’yi özlüyor. Öyle böyle değil. Ölümcül bir yara gibi özlemi. Bir tür kangren, geri kalan ömrünü çürütücü bir özlem. İstese de dönemeyeceği bir yerde sıkışıp kalmış. Hatırladığı Türkiye ise evlerinin kapısında, yoğurtçuların omuzlarındaki askıdan yoğurt satılan ülkesi…

Ailesi ABD’de büyürken (çocuklar, gelinler, torunlar vs.), Türkiye’de küçülmüş. Çoğu ölüp gitmiş, kalanlarla da yabancılaşmışlar.

Eşi ise depresyona girdiğinden uçağa binemeyince turist olarak bile ülkesini göremiyor.

Ne Türkiye’ye yerleşecek bir gerekçesi, ne de enerjisi kalmış. Ama özlüyor. Özlemi neredeyse dokunabileceğiniz kadar görünür. Hayatı yeniden yaşasa bir yerlerinde yolun “U dönüşü” yapacak belli ki.

Gözlerinde dışarıya, dönmek isteyip de dönemeyecek olmanın sıkışmışlığı vuruyor. Akmayan ama gözevlerinde kalın bir silikon tabaka gibi duran gözyaşları sıkışmışlığını somutluyor.

Akmak isteyip de akamayan gözyaşları gördünüz mü hiç?

Hikayesi canımı acıtıyor.

O an “dönmek zamanı” diye bir zaman, bir an, bir eşik olduğunu keşfediyor yüreğim.

Her ayrılığın bir dönme zamanı var…

Her verilmiş kararın bir dönme zamanı olduğu gibi…

Her yanlış yolun geri dönülebilecek bir noktası var…

O zaman, o an, o eşik geçilince dönülemiyor….

OKURA NOT: Bu yazı Boston-Philedelphia-Detroit arasında, uçakta yazılıyor. Önümde U.S. Airways dergisi ve içindeki makalede İstanbul geçiyor. Dünyanın küçüklüğü bir kez daha çarpıyor…

AKLIMDA KALAN

Evden uzakta bir tanıdıkla karşılaşmanın keyfi: Boston’daki toplantıda, yanıma bir adam yaklaşıyor. Genç. Hoş. Şık. Kendisini hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor. İsim hafızam ne kadar yoksa göz hafızam o kadar var olduğundan hatırladığımı söylüyorum. “Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde bize konferans vermiştiniz…” “Elbette hatırladım” diyorum, “siz o konferanstaki en aktif dinleyiciydiniz…” Gülüyoruz. Boston Konsolosu olmuş. Çok seviniyorum. Hem genç, enerjik, parlak birinin ülkemizi temsil edecek öyle önemli bir göreve getirilmesine hem de binlerce kilometre ötede benimle konuşurken gözlerinin içi gülen bir tanıdıkla karşılaştığıma… İyi bir konferans ve konuşma performansı dünya üzerine iyi ilişkiler serpebiliyor…