Nuran YILDIZ

MEDYAYI YENİDEN DÜŞÜNMEK

----- 22.12.2010 - 00:01 -----

Annem taburcu oldu.

Üniversitemdeki yumurta krizi yerini sakinliğe bıraktı.

CHP Kurultayı bitti.

Sonuç: Rahatladım.

Rahatlayınca beden/bünye kendini bırakıyor haliyle. Bastırılmış sağlık sorunları açığa çıkıveriyor. Bademcikler boğaz yolunu kapatarak “ben buradayım” diyor. Yutkunma güçlüğünden, sıvıyla beslenmeye geçiliyor.

Bazen beden hastalanmak için kişinin yoğunluğunun bitmesini bekliyor. Tuhaf. Beden sizi düşünüyor.

Fırsat bu fırsat televizyonun karşısına geçiveriyorum. Haberler hariç, her tür abuk sabuk programla bir saçmalık kürü uygulamak istiyorum. Her şeyi mantığa dayandıranlar için kendini saçmalıklara bırakmak bir tür detoks kürü gibi bir şey!

Haber izlemeyeceğim kararlıyım. Abuk sabuk program peşindeyim, zaten yeterince var.

Olmuyor. Kanal 24’de duruyorum. Metin Şentürk haberleri sunuyor!

Bildiğiniz Metin Şentürk. Görme özürlü olmayı paraya, pula, şöhrete çeviren…

Kendiyle dalga geçer gibi görünüp hepimizle kafa bulan Metin Şentürk, “Benim Gözümle” başlığıyla stüdyoda ciddi ciddi haber sunuyor.

Eskiden komedi programlarında karşılaşacağımız bu sahne tamamıyla gerçek.

Şaşırıyorum muyum?

Hayır.

Derslerde “haber”in ve “haber programı”nın değişen içeriği ve gerekçeleri üzerine konuşmaktan sıkılacak hale gelenler bu duruma şaşırır mı?

Haber artık haber vermek dışında eğlendirmek, izleyiciyi meşgul etmek ve ekran başında tutmak gibi işlevlere sahip.

Siyasi aktörler de o eğlencenin oyuncusu oldukları sürece anlam kazanıyorlar.

Siyaset ve hatta bilim medyadan dolayımlanarak değerleniyor. Örneğin bir toplantıda ortaya sürdüğünüz fikirler anlamsız bulunurken, aynı fikri ekran üzerinden söylediğinizde baş tacı olabiliyor.

Yeni medya düzeni bu. Rasyonel olanın sahne dışına itilip, saçma olanın başrole çekildiği bir düzen. Alışacaksınız. Alıştınız zaten.

Elbette derslerde uzun uzun bu sürecin sosyolojik, ekonomik, tarihsel, psikolojik gerekçelerini konuşuyoruz.

Konuşuyoruz da… Pırıl pırıl zihinlere sahip öğrencilere, medyanın işlevinin “bilgilendirme” değil, “eğlendirme” olduğunu anlatmakta zorlanıyoruz.

AKLIMDA KALAN

Timsahlar ve gözyaşları: Üç gündür telefonum durmaksızın çalıyor. Ben ki telefonda konuşmayı pek sevmem ama hepsine yetişmeye çalışıyorum. Beni merak eden var, yanımda olduklarını söylemek isteyen var, şaşkınlar var. Bir de timsahlar var. Yani, her hayatı kendi hayatları gibi sanıp karalar bağladığımı düşünenler. Mutsuz ses tonumu duyup kendi mutsuzluklarına teselli olsun isteyenler. Onları hemen anlıyorsun. “Çok üzüldüm” diyorlar. “Neden?” diyorum. “PM’de olmadığın için” diyorlar. Ama benden bekledikleri yeis içindeki sesi duymayınca kem küm etmeye başlıyorlar. Tam tersine rahatlamış, keyifli, eğlenceli, kuş tüyü gibi hafiflemiş ses tonumu anlamıyorlar. Dedim ya herkesi kendileri gibi “hırs”ın demir kollarında tutuklu sanıyorlar. Oysa kendin olmayı başarmışsan çevrede olup bitenler, değişen koşullar, değişen ilişkiler umurunda bile olmuyor ya da hafiflemene yarıyor. İşte o zaman da “İşte bizim Nuran’ımız bu, bize de kendine de döndün” diyen gerçek dostların gözlerinin içine daha bir atıyorsun kendini…