Nuran YILDIZ

NEREDEN NEREYE…

----- 10.01.2011 - 00:01 -----

Cumhurbaşkanı Gül’ün davet ettiği öğrenci temsilcilerinden biri Jaguar’lı çıktı ya, yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi.

Gül’ün karşı ataklarından birinin elinde patlaması değildi beni güldüren. (Evet, açılması gereken bir cümle yazdığımın farkındayım, bunu sonraki yazılardan birinde yapacağım.)

Gülümsemem Jaguar’ın bana şöyle derinden bir “Nereden nereye…” dedirtmesinden.

Bundan yüz yıl kadar önce… Ben üniversitede öğrenciyken…

Ankara Üniversitesi’nin meşhur Cebeci kampüsünde otomobil sayısı bir elin parmakları kadardı. Onlar da hocalara aitti.

Öğrenciler ya tabanvaya ya da Man’ın yuvarlak hatlı kırmızı belediye otobüslerine binerlerdi. Otobüsler değişti ama şimdi de durum pek değişmedi.

Otobüste ya da yürüyerek… Kısacık sürerdi en uzun yol bile. Konuşmaktan, gülüşmekten, sevgililerin sevişir gibi yürümelerinden yol hemencecik biterdi.

Haftanın birkaç günü kampüs kapısından içeri mavi bir otomobil girerdi. Öğrencilerden birine ait, cıyak mavi bir Murat 131!

Havası öğrenci temsilcisinin Jaguar’ında bile yoktu.

Şimdi Jaguar’ın Bilkent’te görmediği ilgiyi o mavi Murat 131 görürdü. Sahibinin adını yazmayacağım. Sonraları kankam oldu benim. Halâ da öyledir.

Haftanın birkaçı günü uğrardı okula. Her gün dersi olsa da bu hiç değişmezdi. Umursamazdı. Serseri takılmayı severdi. Halâ da öyledir kankam.

Kampüsten mavi 131 girince herkesin başı o yöne dönerdi. Usul usul geçerdi önümüzden, duvarın üzerinde otururken biz.

Camı açar sağa sola laf atardı. Herkes onu tanırdı. Çünkü mavi otomobili vardı! Arabasına binen kızlar her gün değişirdi, onun arabasına binip bir turlamak bile yeterince havaydı.

Kampüsün arkasında, Cebeci sırtlarındaki çamlık tepesine (şimdi 50.yıl Parkı oldu) götürürdü kızları.

Çamlık tepesinde kaç kızı öptü o arabada, kaç kızdan tokat yedi bilmezdik. Ama sonraları onunla, çamlık seyirlerinin dalgasını çok geçmişizdir.

Sevgili dostumun o günlerde Murat 131’le gördüğü ilgiye baktım. Bir de Köşk’e Jaguar’la çıkan öğrenciye…

Arada dağlar kadar fark vardı…

PORNO…

Konu üniversitede geçince, “Beni ilgilendirmez” deyip geçemiyor insan. Bugün ilgilendirmeyen konu yarın pat diye karşınıza çıkabilir.

Bir üniversitede porno çekilemez mi? Çekilemez.

Bir üniversitede pornoyla ilgili bir tez yazılamaz mı? Yazılır.

İki durum arasındaki sınır incedir.

Yine de Bilgi Üniversitesi’nde, ders dahilinde çekildiği iddia edilen bir porno, neden öğretim üyelerinin işine son verilme noktasına gelir, anlamak güç.

Öğrenciyi o çalışmadan bırakabilirsiniz. Öğrenci hakkında soruşturma açtırabilirsiniz. Ama daha ötesi?

Bir fiilin sonucu faili bağlamaz mı? Öğretim üyesinin görevine son verilmesi ne alakâ?

Bu konuda üniversiteye, eğitim anlayışına, öğretim üyesine bakarak fikir yürütmek de saçma.

Öğrencinin kendini ifade yol ve yöntemleridir belirleyici olan. Bir projeyi nasıl anlayacağı, nasıl yorumlayacağı ise tahminleri aşan cinsten olabilir. Siz ne kadar düz cümleler kurarsanız kurun, o cümlelerden çıkacak anlam ve yorum o sırada sizi dinleyen öğrenci sayısı kadardır.

Verdiğim ödevlerden aldığım yanıtlar çoğu zaman ağzımı açık bırakmıştır. Şaşkınlığım ödevin başarısından değil, soruyu anlama biçiminde vardığı noktadandır.

Öğrenci milleti, bir tür dipsiz kuyu gibidir, dibi bucağı yoktur. Söylediklerin onun zihninde yuvarlanır gider. Büyük olasılık porno çeken öğrenci de o kuyulardan biri. Ya da hocalarına gıcığı olan, onları zora sokmaktan keyif alan bir muzip özne.

İnsan ister istemez benim öğrencilerim yapsaydı ne olurdu sorusunu sormadan edemiyor. Mesela ben, benimkilere “Uçun uçabildiğiniz kadar” derim ve hemen eklerim “uçun ama arada bir ayağınız da yere değsin.”

Mesela onlara “Benimle her konuyu konuşabilirsiniz. Kafaya taktığınız her şeyi, özel yaşamınız da buna dahil” derim.

Bir gün öğrencilerimden biri gelip de sevgilisiyle cinsel ilişkisi hakkında konuşmak isterse, ne olacak? Özel yaşamı da konuşma konusuna dahil eden ben değil miyim?

Neyse ki bugüne kadar konuyu o noktaya getiren olmadı. Belki de “Her şeyi benimle konuşabilirsiniz” dedikten sonra eklediğim “yalnızca bir koşulum var, saygı sınırlarını geçmemek” ikazım işe yarıyor.

Kimbilir belki de bu yazıyı okuyan öğrencilerimden biri beni test etmeye, sözümde durup durmadığımı denemeye niyetlenebilir. Özel yaşamını belki de en pornografik biçimiyle bana anlatmak isteyebilir.

Ne mi yaparım o zaman? Saygı sınırlarını aşmadan anlatmayı başarabilirse, dinlerim!

AKLIMDA KALAN

Yaptırmayı çok istediğim bir tez: Yüksek lisans dersinde tüketim toplumu, tüketim ilişkileri, yeni birey kavramlarını tartışıyoruz. Bireyi “düşünen insan”dan, “tüketen insan”a dönüştüren sistem üzerine okumalar yapıyoruz. Bu okumalarda günümüz ilişkilerine dair ilginç değerlendirmelerle karşılaşıyor öğrencilerim. Örneğin tüketim davranışının geri planında ölüme karşı koyma güdüsünün nasıl yer aldığını görüyorlar. Seksin ölümle ve tüketimle ilişkisinin sandığımızdan daha derin kökleri olduğunu öğrenip şaşırıyorlar. Bu çerçevede birkaç yıl önce “Tüketim Davranışlarının Belirleyicisi Olarak Seks Ve Ölüm” başlıklı bir teze danışmanlık yapacaktım, o zamanki bölüm başkanı “cinsellik” sözcüğünü tercih etmişti. Ben de “cinsellik” ve “seks”in aynı anlama karşılık olmadığını belirtmiştim ve tez konusu reddedilmişti. Bu “red”te bir tutuculuk hissetmiş ve şaşırmıştım. Belki bu yıl, başka bir öğrenciyle aynı tezi yazabilme girişiminde bulunabiliriz yine.