Nuran YILDIZ

ESNEYELİM DE NEREYE KADAR?

----- 14.02.2011 - 00:01 -----

Sendikaların, muhalefetin tüm itirazlarına karşı “Torba Tasarı”, TBMM’den geçti.

Pek çok tartışmalı, çalışma hakkını zedeleyen madde vardı içinde.

Çalışanların yaşamlarına neler getirip neler götürdüğü bir yana, yasanın ruhundaki “esnek çalışma” anlayışı yeni bir dönemin habercisi.

Esnek çalışma, aynı zamanda esnek çalışan demek, amirler içinse keyfi bir “esnetme” özgürlüğü.

“Biraz burada çalıştın, az da orada çalış” denme özgürlüğü. Çalışanın yaptığı işi, çalıştığı yeri sevmesi, alışması, kendisini oraya ait hissetmesi umursanmayacak artık.

Tam tersine işine, işyerine, arkadaşına bağlı olmak istenmeyen durum.

Çalışan bir tür üretim malzemesi!

Bir yanıyla bakarsanız 20.yüzyılın başlarına dönüş. İnsanı hissetmeyen, yalnızca çalışan olarak gören, çalışanı iş ve sosyal ortamla etkileşimini yok sayan “makine kuramı”na dönüş sanki. Hatta daha da kötü. Şimdi insan, bir tür isteğe ve ihtiyaca göre “taşınabilir meta.”

Esneklik zamanımızın en önemli kavramı. Pek çok olaya, duruma ve ilişkiye ruhunu veriyor.

Daha geçenlerde Obama “Türkiye ile esnek ilişkilere sahibiz” dememiş miydi?

Politikanın da, iş dünyasının da, insan ilişkilerinin de karakteri esneklik. Modaya uyup “Esneklik Çağı” adlandırması yapmak pekala mümkün.

Tüm bu yazdıklarımdan “esnekliğe” olumsuz bir anlam yüklediğimi düşünebilirsiniz.

Yüklüyordum. Şimdi en azından soru işaretleri var kafamda.

Geçenlerde bir arkadaşım erkek arkadaşının “Benimleyken, başka birisiyle de birlikte olabilirsin. Ben gerçekçi bir insanım.” Dediğini anlatmıştı.

Arkadaşım anlattığında adama, ilişkilerin geldiği duruma epeyce kızmıştım.

Şimdi düşünüyorum da, ben fazla tutucu olmaya başlamışım. Belki de öyledir, belki de esneklik iyi bir şeydir.

Belki de işe, mekana, arkadaşlara, aşklara bağlı kalmak kötüdür.

Geniş düşünmek lazımdır belki.

AKLIMDA KALAN

Hep aynı yokluk hissi, hep aynı düşünce fakirliği, aynı yüzeysellik, aynı pratiği kutsama: Önümde bir çok söyleşi. Gazetelerin yeni içeriği. Ünlü ya da ilginç birilerini bulup, sayfaları onların konuşmalarıyla doldurma. Söyleşi okumayı severim. Daha doğrusu eskiden severdim. Eskiden ya söyleşiye konu olan kişilerin yaşamla ilgili bir sorunsalı vardı ya da gazeteciler doğru soruları soruyorlardı. Öğreten, düşündüren yanıtları zihnimize not edebiliyorduk. Örneğin en önemli hayat derslerinden birini bu tür bir söyleşide İbrahim Tatlıses’ten almıştım. Bu köşenin ilham kaynağı olmuştur o söyleşi. Dün bütün gün ve daha önceki günler ünlü ve ilginç kişilerin söyleşilerini koydum önüme, bir tek cümle bulamadım. Kimler yoktu ki aralarında.. Yavuz Turgul, Jeffi Medina, Derviş Zaim, Mehmet Turgut. Her biri yaşam filozofu. Ama hiç birinin ağzından hayata dair bir söz çıkmıyor, bir perspektif yok! Varsa yoksa neler yapıyorlar, neler ediyorler, onu anlatıyorlar. Eylem, ruhları esir alıp gitmiş. Belki de okuru, gazeteyi, gazeteciliği önemsemiyorlar artık.