Nuran YILDIZ

SON KALE…

----- 16.02.2011 - 05:00 -----

4 cesur adam. Başları öylesine dik ki sanırsınız bulutlara değecek.

4 yürekli adam. Duruşları o kadar vakur ki etraflarındaki polis kalabalığı bile gizlemeye yetmiyor.

4 onurlu adam. Yüzlerindeki ifade aklımda öylece asılı duruyor. Çocuklarımıza bırakılacak miras gibi sanki.

4 iyi adam. Yaptıklarının doğruluğuna inananların iç huzuru öylesine görünür ki dokunabilirsiniz.

Soner. Ayhan. Barış ve Barış.

Onlar gazetecilerin önünden geçip giderken, unuttukları değerleri gazetecilerin zihinlerine mıhlar gibiydiler.

Onlar. Gözaltına alınırken yalnızca habercilik yaptıkları için. Habercilik dışında her şeyi yapan fırsatçı gazetecilerin vicdanlarına yumruk gibi oturdular.

4 özel adam. Kendileri olmaktan daha fazlasıydılar, daha da fazlası oldular şimdi.

Ve çoktandır unuttuğum, göğsümü gere gere, gururla “Ben onu/onları tanıyorum” cümlesini yeniden kurmamı sağladılar.

Daha geçen hafta, Soner Yalçın’ı arıyorum. Gizli değil, telefon dinleyenlerin bildiği bir görüşme.

“Ankara’daymışsınız?” diyorum, “Evet” derse buluşup kahve içmek isteyeceğim.

Şaşırtıyor, “İstanbul’a girmek üzereyiz” diyor, sesi keyifsiz.

Halk Tv ile görüşmeleri olumlu geçmediği için canı sıkkın. “Halk Tv için istenen parayla (adı bende saklı büyük bir televizyonun adını veriyor) X Tv alınır” diyor.

Can sıkıntısı Halk Tv sorununun çözülememesinden değil, Türkiye’nin gerçek habercilik yapacak bir televizyona ihtiyacı olduğunu düşünüp bunu gerçekleştirememekten kaynaklanıyor.

Zihnimden o telefon konuşması gidiyor yerine yeğenimle oynadığım satrancı hatırlıyorum.

Yeğenim 7 yaşında. Satrancı yeni öğrendi. Zaman zaman taşların hareket şekillerini karıştırıyor.

“Kale”yi alıp “fil” gibi hareket ettiriyor, itiraz ediyorum. “Vezir”e zik zak çizdiriyor. “Olmaz” diyorum, “vezir öyle istediği yere gidemez.” “Ama” diyor bizimki “Sen bana vezirin istediği yönde hareket edeceğini söylemiştin.”

“İstediği yönde hareket etmesi, istediği kareye kadar gitmesi anlamına gelmez. Oyunun kuralları var.”

“Kale”yi “fil” gibi çapraz hareket ettirmeye kalkınca “Olmaz” diyerek engel oluyorum. Anlamasını garanti etmek için de “Kale artı (+) çizer” diyorum, “ilerlerken yön değiştirmez.” Elimle “artı” işareti yapıyorum.

“Artı” işareti yapan “kale” ile Odatv.com’un birbirine benzediğini düşünüyorum. Bir tek farkla! Odatv.com kalesi hiçbir şekilde geriye gitmeden yapar hamlesini.

Demokrasinin, basın özgürlüğünün, muhalif olabilmenin son kalesi değil mi odatv? Çıktığı yolda ve yönde kıvırmadan, dönmeden ilerliyor. Sonuçta da insanlık adına, gazetecilik adına hep “artı” ortaya çıkarıyor.

İnsanlık adına iyi şeyler oluyorsa gazetecilik adına da oluyordur. Ya da tam tersi, gazetecilik adına iyi şeyler oluyorsa, insanlık için de oluyordur. Böyle bir iş kolu gazetecilik. Ya yüreğinle yapacaksın ya da yapmayacaksın.

İşlerini kallavi yürekleriyle yapan 4 cesur adam. Kendileri olmaktan daha fazlasıydılar, daha da fazlası oldular şimdi.

AKLIMDA KALAN

Bir fotoğraf, yalnızca bir fotoğraf: Fotoğraflar önemlidir. Çünkü görsel hafıza önemlidir. Sayfalarca anlatmakla uğraşıp anlatamadığımız durumları bir kare anlatıverir. Bir kare koca bir kitabın özetidir ya da koca bir kitabın kendisidir. Bakarsınız ve görürsünüz. Söz biter. Sakarya’da, Başbakan o yoldan geçecek diye, SEDAŞ çalışanlarının yüzüstü yere yatırılmış bedenlerinin ve hemen yanlarındaki kapıları açık SEDAŞ aracının fotoğrafına bakarken, hiçbir olayda olmadığı kadar tedirgin oluyor insan. Bize ne oldu böyle? Neden bu kadar ürkütülür ve korkutulur olduk? İyi de korkunun korkuyla bastırılabileceğini kim söyledi?