Nuran YILDIZ

DERS BAŞLADI!

----- 25.02.2011 - 01:00 -----

Ne zaman geçmiş zaman ekli bir başlık atsam, Murathan Mungan’ın;

“…Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman…”

Dizeleri gelir aklıma yerleşir. “Yalnız Bir Opera” şiirinden. Geçmişe ilişkin çok şeyin özeti gibidir Mungan’ın dizeleri.

Bu yazının başlığı geçmiş zamanlı olsa da içeriği bugüne ilişkin.

Ders başladı. Dün. Bir bir toplandı genç kızlar ve genç adamlar kürsünün karşısında.

Çoğu tanıdık yüz. Azı yeni çıkmış gibi, bilinmezli bir yolculuğa.

Tanıdıklarla konuşuyorum önce.

Şazimet “Geçen yıl da aldım dersinizi ama kalmıştım” diyor.

Temmuz, adı gibi bir adam, “Geçen dönem aldığım iki dersinizden birinden kaldım” diyor.

Burak’ta da sonuç değişmiyor: “Geçen dönem bir dersinizi aldım ve kaldım.”

Genel kuraldır, öğrenci dediğin zat, kaldığı dersin yerine başka ders seçer.
Dersinden kaldığı hocadan değil yeni ders almak, bir daha onunla aynı koridordan bile geçmemeye dikkat eder.

“Neden” diyorum yüzlerine bakarak “neden öğrencinin bile sıra dışı olanı beni buluyor?”

Gülüyorlar.

Onlar gülerken, kendi sorumun yanıtını her dönemin ilk dersinde söylediğim şu cümlede buluyorum: Benim dersimden geçmek için tek koşul var, kendinizi geçmek!

İYİ Kİ UĞUR DÜNDAR VAR!

“İyi ki Uğur Dündar var!” cümlesi pek çok cümleyle tamamlanabilir.

Mesela…

İyi ki Uğur Dündar var da televizyonda haber gibi haber izleyebiliyoruz.

Ya da; İyi ki Uğur Dündar var da medyanın kamu adına denetçiliğinden halâ söz edebiliyoruz.

Bu liste uzadıkça uzayabilir. Benim “İyi ki Uğur Dündar var” cümlemin devamı ise tamamıyla kişisel.

Ne zaman annem “Sen dostlarını seçemiyorsun” söylevine başlasa, Uğur Dündar beni kurtarıyor.

Annem “Senin dostların hep muhalif, hep muhalif! Yok mu içlerinde iktidara yakın, doğru düzgün bir adam?” diye sızlanırken, iktidara yakın dostlarımı sıralamaya başlıyorum ama nafile. Annemde kapı duvar!

“Akif Beki var Başbakanın sözcüsüydü” desem, annem “O eskidendi” der.

“Başbakanın en yakın danışmanı iyi arkadaşım” derim omuz silker, “Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri’ne arkadaşım demek ayıp olur ama aramızda iyi bir hukuk var” desem de annem bildiğini okur.

“En sevdiğin radyocu bile RTÜK’ten kapatma yiyor” cümlesiyle Hakan Gündüz üzerinden azarımı işitirim.

Neyse ki Soner Yalçın’ın sitesinde yazdığımdan haberi yok. Bir de onu bilse…

Hayat tam bir azaba döner bu konu her açıldığında.

Ne zamanki ağzımdan “Dost seçmeyi bilmiyorsam Uğur Dündar’a ne diyeceksin?” cümlesi çıkıverdi annem öylece kalıverdi.

“Bak en güvenilir gazeteci ünvanını kimseye bırakmıyor!” “Güvenilir gazeteci güvenilir dost anlamına gelir mi?” sorusuna yanıtımı hazırlamıştım ki, annem “Bak işte bir o var” dedi ve sustu.

Dostlarımın geri kalanı Uğur Dündar maddesinden affa uğramış oldu. Artık annem “Dostlarını seçmeyi bilmiyorsun” diye konuya girdiği an “Uğur Dündar” diyorum, susuyor. Susmasa dilimde Yılmaz Özdil’in adı da hazırda duruyor. Neyse ki Uğur Dündar yetiyor.

Beni okuduğunuzu biliyorum Sevgili Uğur Dündar, iyi ki varsınız. Bu tamamen kişisel!

FOTOĞRAFLARIM DEĞİŞTİ

Geçen hafta televizyon dünyasının en önemli, en saygın isimlerinden biri (ama Uğur Dündar değil) “Web sitenizde sizi bulmak kolay değil” deyince hemen siteyi açıverdim. İşte orada kocaman bir fotoğrafım duruyor. İç sayfada bir tane daha var. Sonra bir tane daha!

Kastettiği fotoğraflar değilse ne? Yazıların hepsi zaten ben. Demek ki bir televizyoncu gözüyle fotoğrafları pek tutmamış diyerek, bir anda tüm fotoğrafları değiştirme kararı aldım. Üstelik “Sizce Kimdir?” başlığı altına bir fotoğraf daha eklendi. Fotoğraf sevmeyen benim için 4 fotoğraf!

Hayret, Özkan ve Barış’a teşekkür ederim. Hayret seçti, Özkan kırptı, Barış sayfalara yerleştirdi.

Bakalım siz ne diyeceksiniz? Yemek teklifinde bulunan okurlar umarım bu fotoğraflardan sonra fikirlerini değiştirmezler.

AKLIMDA KALAN

“Miş gibi” aşklar zamanı: Yüksek lisans ve doktora derslerinde Baudrillard, Bauman tartışmalarında “smülakr” kavramı üzerinde dururuz. Bir tür “miş gibi”lik durumu. Gerçek olmadığı halde gerçek”miş gibi” olma hali. Meşhur benzetmesiyle hasta olmadığı halde hastalığın pek çok belirtisini gösterme. Biz medyanın işleyişi ve “miş gibi”lik üzerine konuşurken, öğrencilerden biri “Bence bugünün aşkları da öyle” diyerek konuyu bataklık bir alana çekti. Herkes pürdikkat ona döndü. Önce yüzünde “yanlış bir şey mi söyledim” endişesi belirdi, sonra “Evet” dedi, “Biri geliyor beni ne kadar sevdiğini söylüyor. Öyle cümleler kuruyor, öyle şeyler yapıyor ki sanıyorsunuz ki aşktan ölüyor, siz de yelkenleri indiriveriyorsunuz. Sonra da bir bakıyorsunuz sanki o cümleleri kuran kişi o değil, hiçbir nedensiz bambaşka, yabancı biri olup çıkıyor.” Oradakilerden biri “O zaman aşk’mış gibi’yle gerçek aşkı karıştırmamak gerekiyor, öyle mi?” diyor. Bizimki “Orası biraz zor” diyor, “çünkü ikisinde de insanın ateşi çıkıyor…”