Nuran YILDIZ

ERBAKAN: “AĞAÇLARA BAĞIRIN!”

----- 28.02.2011 - 01:00 -----

Erbakan gibi düşünmeyenler onu, hep siyasi bir renk, siyasi bir espri olarak gördüler. Söyledikleriyle dalga geçtiler, önemsemediler.

Haksız da sayılmazlardı. 1968 ve 1969’da iki kez Adalet Partisi’ne girmek isteyip ikisinde de reddedilince, “Ben zaten AP’nin kabul etmeyeceğini biliyordum. Onları bir denedim”, demesi başka nasıl yorumlanabilirdi ki!

Siyaseti yorumlama tarzı onun “renkli bir politik figür” muamelesi görmesine neden oldu.

Ve… Onu önemsemeyenler çok yanıldılar.

Oysa Erbakan güçlü olduğu dönemde de, güçten düştüğü dönemde de bu ülkenin kaderini belirledi. Çok partili dönemde hiçbir politikacının belirleyemeyeceği kadar belirledi üstelik.

Onun gibi düşünmeyenler “kadayıfın altı” benzetmesine gülüp geçtiler.

Kaddafi’nin çadırında ülkemizi küçük düşürdüğü için kızdılar. Söz konusu “ülkemiz”in şahsiyeti olunca ciddiye alınmayan politik söylem sahibi Erbakan, ciddiye alınan bir “politik fail” oldu.

Resmi konutta tarikat liderlerini ağırladığı yemekle, “Kanlı mı olacak, kansız mı olacak” sözleriyle, sadece “renkli politik figür” olmadığını da fark etmiş oldular.

Milli Nizam 1971’de, Milli Selamet 1980’de, Refah 1998’de kapatıldığında bu partileri kapatacak kadar ciddiye alanlar, tuhaf bir biçimde söyleminden hareketle Erbakan’ı ciddiye almamışlardı oysa.

Yanıldılar. Çok.

Partisinden uzak kaldığı dönemlerde gücü hep devam eden bir lider oldu Erbakan. Yokluğunda gölge(si) isimler Genel Başkan olarak seçildi. MSP’de Süleyman Arif Emre (1972), RP’de 1983’de Ali Türkmen, 1984’de Ahmet Tekdal (1987’ye kadar), FP’de 1998’de Recai Kutan.

Necip Fazıl bu gölge isimler için “Erbakan güneşe zift dese, bunlar için güneş zifttir” demişti.

Gölgede kalmak yerine kendi yolunda gitmeyi seçen öğrencileri, Fazilet’in kapatılmasıyla AKP’yi kurarak yollarına devam ettiler. Onların gölge olmaya da gölgede kalmaya da tahammülleri yoktu.

“Mücahit” Erbakan’dan, “muzaffer” Erdoğan’a gidiş yolunun taşları Erbakan tarafından döşendi.

Erbakan, Batı karşıtı söylemlerine rağmen Batı yöntemlerini kullanarak 1991 Genel Seçimlerinden yüksek bir oy oranıyla çıkmıştı. Altına RP imzası atılmasa, kolaylıkla sol bir parti kampanyası gibi algılanacak bir kampanyayla büyük başarı elde etti. Bugünkü AKP söylemi o günlerin mirası sayılır.

Türkiye’nin kader çizgisini, çok partili dönemde hiçbir politikacının belirleyemediği kadar büyük bir oranda Erbakan’ın belirlediğinin kanıtları, bugünün politik aktörlerinin kendileridir.

Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan dahil olmak üzere, RP’den kopan AKP kadroları onun iyi ve gözde öğrencileriydiler.

3 Kasım 2002 Seçimlerinden önce yayınlanmış olan “Liderler, İmajlar, Medya” kitabıma Erbakan’ın gözde öğrencilerine verdiği bir dersi de koymuştum. Diyordu ki “Her doğru her yerde söylenmez. İçinizde bir şey varsa, tek başınıza ıssız bir yere, ormana gidin ağaçlara bağırın.

Cumhurbaşkanı Gül’ün hep aklında tutmuş olduğu bu tembihin önemini, Başbakan Erdoğan Pınarhisar Cezaevi’ne girmesine neden olan hırçınlığından sonra anlamıştır ancak.

Evet, Erbakan’ın Türk siyasetindeki derin etkisini onun gibi düşünmeyenler yeterince önemsemediler ve yanıldılar.

Diyanet İşleri’nin 2. Avrasya Şurası’nda İslâmı ilaca benzeterek “İslâmı doğrudan verirseniz insanlar çocuklar gibi kaçar. Bunlara çikolata içinde ikram etmek lazım” derken de bir siyaset yapma biçimi öneriyordu öğrencilerine.

Erbakan’ın bu önerisi, Erdoğan’ın “Dindarların nasıl siyaset yapacağını göstermek istiyoruz” sözlerinde karşılığını bulmuş mudur acaba?

Onun siyaset yapma biçimini önemsemezlik, onu daha etkili yapan bir iklim yarattı sonuçta. Onun söylemine gülüp geçerken politika yapıcılar, onun ektiği tohumların mevsimi geldi bu ülkeye…

SEN DE ÜNLÜ OLURSUN ZEZE!

Cuma akşam, yemekteyiz. Yakın arkadaşlarım Alev, eşi Afşin ve kızları Zeze’yle (Zeynep).

İçkili bir restoran. Ve masamızda 10 yaşında bir kız çocuğu! Yer Ankara. Üzerimizdeki ağır suçlu psikolojisiyle gözlerimiz doğal olarak kapıda. İçkili restoranda çocuk bulundurmak suçundan hakkımızda tutanak tutulursa?

Zeze’nin beklenmedik sorusuyla kendimize geldik: “Sen ünlü müsün?” Zeze ve ben ilk kez karşılaşmıyoruz ki! Soru alabildiğine saçma. Anlamaz gözlerle anne ve babasına baktım.

Bu aralar bir ünlülerle tanışma arzusuyla dolup taşıyormuş kızımız.

Hayatımda ilk kez ünlü olmadığıma bu kadar üzülerek “Değilim tatlım” dedim.

“Peki ünlü bir arkadaşın var mı?”

Ben tam “yok” diyecekken babası “var” demesin mi? Benim tanıdıklarımdan sana ne dercesine babaya baktım.

Kaçınılmaz sorgu başladı.

Bir yığın isim sıralıyor, çoğunu ilk kez duyuyorum. Tanışıp tanışmadığımı soruyor. Tutturabilirse o ünlüyle kendisini tanıştırmamı isteyecek.

Benim tanıştığım ünlülerle onun sıraladığı isimler arasındaki fark anlatılır gibi değil.

Benimkiler gazeteciler, yazarlar, televizyoncular.

Onun sordukları mankenler, dizi oyuncuları, yeni yetme popçular.

Keyifle “Buldum” dedim, “Kadir İnanır’la tanışıyorum!” Zeze’den “Yaşasın, beni de tanıştırır mısın?” çığlığını bekliyorum. Bizimkinin ağzından “O da kim?” sorusu çıkmasın mı? Bozuluyorum!

Sesim pes etmiş bir tonda “Bir de Hülya Avşar” diyorum. “Tamam”, diyor “Beni onunla tanıştırır mısın?”

10 yaşında bir kız çocuğunun ünlülerle tanışma ısrarını anne-babasına soruyorum. “Televizyon çocukları, tüm arkadaşları böyle” diyorlar, ünlü değilsen kayda değer biri de değilmişsin.

Zeze’ye dönüp “Merak etme tatlım, bir gün sen de ünlü olacaksın en az 15 dakika için” diyorum, Andy Warhool’un sözlerini aklımdan geçirerek…

AKLIMDA KALAN

Kontrol altında tutulması gereken duygular: Milli Futbol Takımı Teknik Direktörü Guus Hiddink oyuncuların hırslarını kontrol altına alması gerektiğinden söz ederken şöyle diyor: “Güney Kore ile oynadığımız dostluk maçında bazı futbolcularımızın hırs, his ve öfke duygularını kontrol altına tutamadıklarını bir kez daha gördük. Çok iyi bir futbolcu olabilirsiniz ama eğer hırs, his ve öfke duygularınıza hakim olamıyorsanız o zaman sizin çok iyi futbolculuğunuz bir işe yaramaz.” Hayatta, işte, aşkta yani tüm mücadele alanlarında hırs, his ve öfkeyi yönetmek gerekmez mi başarı için? En sevdiğim sözlerden biri de aynı şeyi söyler: “En iyi sürücü hırsını dizginlemeyi bilendir.”