Nuran YILDIZ

ERKEKLER BİRBİRİNE ANLATIR MI?

----- 25.03.2011 - 00:01 -----

Erkekler kadınlarla yaşadıklarını birbirlerine anlatırlarmış. Yaygın kanı bu.

Korkunç gerçek: Kadınlar da anlatır! Ama kadınlar hep bir tarafını eksik anlatır. Kadınların anlatımında hikayenin bir parçası devre dışıdır. Herhangi bir parça değil, hikayeye ruhunu veren temel parçalardan biridir dışarıda bırakılan.

Kadın neden o temel parçayı kendine bırakır? Tamamına karşısındakini ortak etmemek için, bencillikten olabilir.

“Hepsini anlatmadım ki” diyerek vicdanını rahatlatmak için belki.

Peki ketum bildiğimiz erkekler? En ketum olmaları gereken kadınlarla yaşadıklarını neden birbirlerine anlatırlar?

Bu davranışlarının arkasındaki psikolojiyi gerçekten merak ediyorum ve okurlarıma soruyorum:

Gerçekten öyle mi yaparsınız? Anlatır mısınız?

Neden anlatırsınız?

Ne anlatırsınız?

Ne kadarını anlatırsınız? İlişkinin her ayrıntısını mı, yoksa “orası da bana kalsın” mı dersiniz?

Erkekliğin yoklamasını yapmak için mi? (Ne de olsa erkeklik toplumsal gösteri cinsiyeti…)

Tavsiyede mi bulunursunuz? Tavsiye mi alırsınız?

Değer verdiğiniz için mi anlatırsınız, değer vermediğiniz için mi?

Erkek okurlarım bu soruları yanıtlarsa o yanıtları burada paylaşacağım. Adınızı yazmak zorunda değilsiniz, yazsanız da açıklamayacağımdan emin olacak kadar hakkımda fikriniz var, değil mi?

OKUR YOKLAMASI

Tam diyordum ki eski okurlarımdan ses çıkmıyor. Beni unuttular. Beni okumuyorlar.

Okurlarımda devamlılığı sağlayamıyorum. Sıkıcı mı oluyorum? Başka yazar mı buldular okuyacak?

Çünkü alıştığım e-postaları kesilivermişti eski okurlarımın. Bu konuyu kafama takmış, okur yoklaması yapmayı kafama koymuştum.

Birden… Eski, (neredeyse bu siteyi birlikte açtığımız) çok eski okurlarımdan e-postalar yağmaya başladı. Sanki içimden geçenleri anlamışlar gibi.

Sanki müthiş bir telepati oluşmuş gibi.

Birkaçı sanki sorularımı duymuşlar gibi “Uzun zamandır size yazmıyorum ama sanmayın ki okumuyorum, buradayım” diyorlardı.

Zihnimde tasarladığım okur yoklaması, yapılmadan bitti.

KİMDE VAR BÖYLE OKUR?

Öyle e-postalar geliyor ki sizden, eziliyorum. İşte birkaç örnek;

Önceki yazılarımdan birinde Matt Demon’u çirkin bulduğumu yazmıştım. Sevgili Ülker K. itiraz etmiş: “Matt Demon'ı izlerken hiç yakışıklılığı düşünmediğimi farkettim, kategoriler üstü o. Role göre hem G. Clooney yakışıklılığına bürünebilecek veya Notre Dame'ın kamburu olabilecek biri.

Yanıt veriyorum: Üzgünüm Ülker Hanım, George Clooney yakışıklılığına bürünebilecek birini tanımıyorum. Ve sıradan bir insanoğlunu onunla eş tutabildiğiniz için de teessüf ediyorum:))

Cengiz K. “Nazlı Eray'dan, yaşadıklarını iyice demlenmeye bırakıp, her ne yaşadıysa onlardan kalanlarla yazmasını beklerdim” demiş e-postasında.

Yanıt veriyorum: Bence öyle yapmıştır, demlemiştir de yazmıştır.

Kemal T. her zaman olduğu gibi derin saptamalar göndermiş: “Giden bir arabanın içindeyseniz, arabayı referans alırsanız siz duruyorsunuz, yeri referans alırsanız gidiyorsunuz. İnsanı referans alıyorsanız insanın iradesi tarihin akışını değiştirir, evreni referans alıyorsanız değiştirmez.

Yanıt veriyorum: Kemal Bey, kendimi referans alıyorum ve çevreme bakıyorum herkes çıldırmış. Çevreyi referans alıyorum bir de bakıyorum ki çıldıran benim!

Kendisi hayli yeni sayılabilecek bir değerli okurum Koray S. , Mehmet Esen'in sayfasına aldığı bir sözü paylaşmak istemiş: “Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle mücadele ederler, sonra sen kazanırsın.

Yanıt veriyorum: Koray Bey bu söz üzerine hayli düşündüm, sonra ne fark ettim biliyor musunuz? Başkalarının hakkımda ne düşünüp, ne yaptıkları umurumda bile değil. (Sözüm meclisten dışarı:))

ODTÜ’lü okurum Tolga A., ODTÜ’deki bir konferansımı anımsatmış: “Geçen dönem ODTÜ'ye gelmiştiniz bir seminer için, o vakitten itibaren sizin ODTÜ'ye gelişinizi bekledim ama olmadı :( Yakın zamanda böyle bir planınız var mı, varsa ne zaman, yoksa niye :)

Yanıt veriyorum: Çünkü bu kez Bilkent’in Yönet2011 toplantılarının konuşmacısıyım. Sürekli ODTÜ olursa kendi öğrencilerime ne diyeceğim?

Yeni okurlardan Faruk D.: “Keşke her gün bir soru yazsanız üşenmeden yanıtlarım emin olun! Ama sormazsınız kesin” diyor e-postasında.

Yanıt veriyorum: Bugünkü ilk yazım soru dolu gördünüz mü? Hem de tam sizin yanıtlayacağınız türden. Yanıtlayın da görelim, “sormazsınız” demek kolay…

ÇOK GÜZELDİ… ÇOK GÜZELDİ…

Çok güzeldi. O kadar ki güzelliği efsaneleşti. Gördüğüm en güzel Kleopatra oydu.

Çok güzeldi. İstediği tüm adamları alabilecek kadar güzeldi. Ve onlar tarafından bırakılacak kadar.

Çok güzeldi. Onun nefes aldığı ortamlarda nefesler tutulacak kadar.

Menekşeydi gözleri, menekşeler gölgede kalırdı. İncecikti bel, incelikler kalın kaçardı.

Çok güzeldi ama ortalama bir kadın kadar bile mutlu olamadı.

Çok şöhretliydi ama şöhretsiz bir kadın kadar tatmin olamadı.

Çok güzeldi hayalleri dolduracak kadar, hayalleri hep kırık kaldı.

Öldü. Artık anıları bile olmayan insanların, anılarında bile kalamayacak. Kayıtlı görüntülerde anımsanacak, görüntüde kaldığı süreye sığacak şöhreti de…

“Güzel değilim de…” diye başlayan cümlelerle mutsuzluklarına bahane bulan, başarısızlıklarına kılıf uydurarak kendini aldatan kadınlar… Dünyanın en güzel kadını da ölümde, mutsuzlukta, hayal kırıklığında hepimiz gibiydi. Hepimiz kadar…

AKLIMDA KALAN

Sezen Aksu’dan bir söz: Ben Sezen Aksu’nun siyaset konuşmayan halini severim. Şarkı söyleyen halini severim herkes gibi. Hayattan öğrendiklerini anlattığı halini severim. Geçen gün demiş ki “Bazı insanlar kabuksuz deniz canlısı gibidir, her türlü etkiye açıktır, ben de öyleyim.” Bu söz bana çok tanıdık. Sıklıkla söylediğim bir sözü anımsattı. Sıklıkla “Derim/tenim çok ince” diyenlerdenim. Her türlü dış etkiye, yaralanmalara ve de keyiflere açık. Duygusal korunaksız yani. Kötü mü? Kötü. Sürekli parçalarınızı yerlerden toplamak zorunda kalıyorsunuz. İyi mi? İyi. Yaşadığınızı hissedebiliyorsunuz…