Nuran YILDIZ

TARTIŞMAYA BAK, SİYASETİ ANALİZ ET!

----- 27.04.2011 - 07:00 -----

Bilmem size de sık sık oluyor mu, bana oluyor. Kendimi sık sık “ağlasam mı gülsem mi” ikileminde kalmış buluyorum.

Beni bu ruh haline televizyon içeriği ittiği için de, ruh sağlığımı korumak amacıyla televizyon izlemeyi en aza indirmiş durumdayım.

Haberleri özetlerin başında alıp özetlerin sonunda bırakıyorum.

Her biri siyasetin işporta tezgahına dönüşen, siyasetçinin gözüne girmeyi başaranın tezgahtan alınıp seçim vitrinine konduğu tartışma programlarını zaplarken adeta kendi hız rekorumu kırıyorum. Tahammül düzeyim sıfır.

Nesnel ve objektif ölçütlerin imha edildiği, ilkelerin konu bile edilmediği bir kapışma yarışı. Tartışma programlarıyla dolu ekranlar, hem de en sefil halleriyle.

Buna rağmen dün akşam bir tartışma programında 10 dakika kadar kalmayı başardım. Yok, benimki “İzlemedim ama arkadaşlarım söyledi”ye benzer bir kurnazlık değil. İzledim! Maalesef.

Konu benim için cazipti, çünkü uzmanlık alanımdı: Liderlerin sertleşen üslubu. İlgisiz kalmak olur mu? Ekranda beş (sunucuyla altı) kişi var. İkisi akademisyen, ikisi yazar, biri siyasetçi.

Tartışma hararetli. Liderlerin sertleşen üsluplarının nedenleri ve sonuçları konuşuluyor. Güya.

Bende bilimsel bir merak. Bilmediğim, atladığım yeni bir şey söylerler mi ki?

Tamam, televizyon tartışmasından bir şey öğrenme beklentisi kendi zekama ve akademik geçmişime hakaret oluyor ama umut işte. Umut işkencedir!

Bir siyaset bilimci, bir sosyolog, bir siyasetçi, bir solcu yazar, bir sağcı yazarın liderlerin sertleşen üslubunu analiz manzarasında havada çarpışan cümleler şöyleydi:

“Bunu şiddetle reddediyorum!”

“Sakin insanlar bile çok sinirli konuşuyor. Bakın ben bile sinirleniyorum!”

“Sizin kimi doğru gördüğünüz sizi ilgilendirir, benim kimi doğru gördüğüm beni ilgilendirir!”

“Sizi şiddetle protesto ediyorum!”

“Kısasa kısas muamelesi vardır!”

“Burada durum kötü birebir oturuyoruz ona göre!”

“Bu sözün üzerine en az 10 milyon kişinin sokağa dökülmüş olması gerekirdi. Halkı korkutmuş demek ki.”

“Önce Erbakancıyım deyip şimdi Tayyip Erdoğan’a biat etmenizi anlamış değilim.”

“Bu sözünüzü aynen iade ediyorum!”

Neden Bahçeli’nin alttan alması gerekiyor da Erdoğan alttan almıyor?

Sosyolog gerçek dışı bir naiflikte “Birileri bundan vazife çıkarabilir. Hiç hiç lütfen! Teşekkürler” diyor. İşte o manzarada gülmekten ölüyorum.

Havada cümleler çarpışırken ellerini ovuşturan sunucu “Belki bu üslubu kullanmalarında politik hesaplar da vardır” derken kendimi tutamayıp “Hadi canım konuyu esas konuya getirmenin şimdi sırası mı?” diyesim geliyor.

AKLIMDA KALAN

Protest öpüşmeler haftası: Geçen sonbahar, Paris’te liseliler eğitim reformunu protesto için sokaklara döküldüklerinde, polis şiddetine karşı direnmek için sarmaş dolaş yerlere uzanmışlardı. (O fotoğraf bu web sitesinde duruyor uzun zamandır.) Geçen hafta da İstanbul’da bir belediye otobüsünde, şoförün temsil ettiği zihniyeti protesto etmek için öpüştü gençler. Daha çok sayıda çift bekliyordum açıkçası. Olabilirdi de, belli ki duyuru yetersiz kalmış. Hatta aynı anda pek çok üniversite kampüsünde destek öpüşmeleri olabilirdi. Biz Üniversitemizde öpüşen gençlere bakıp “Aaa, ne ayıp” demek yerine “Aman o tarafa bakmayalım da durup dururken röntgen pozisyonunda kalmayalım” tedirginliği yaşarız. Güzel tedirginlik bizimkisi. Sonra pazar akşam, protest kahramanımız Behzat Ç. kendisini seven kadını öpüvermesin mi? Kendi sevdiği kadını öpemeyişini protesto eder gibiydi. Hoş, kadın o kadar sıkıştırınca başka çaresi de yoktu zaten. Sanki hiç sevişmez, hiç öpüşmez gibi duran Behzat Ç.’nin de normalleştiğini gördük bir öpüşmeyle. Oldu mu şimdi? Oldu.