Nuran YILDIZ

KEYİFLİ VE YORUCU BİR TELAŞ

----- 13.05.2011 - 09:30 -----

Biz, Ankara Üniversitesi olarak bu yıl da “19 Mayıs Gençlik Konseri” düzenliyoruz.

Üçüncü kez. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Ankara’ya klasik müzik dinletiyor. Coşturuyor.

Klasik müziğin en güzel eserleri çalınıyor.

Öyle bir an geliyor ki gözlerimiz doluyor. Tüm spor salonu, binlerce kişi CSO eşliğinde “10.Yıl Marşı”nı söylerken… Keyiften, heyecandan ölebiliyorsunuz.

Konser organizasyonu sırasında yaşadığınız tüm yorgunluklarınızı, telaşlarınızı unutuyorsunuz.

Öyle bir an ve öyle bir manzara ki, “iyi ki buradayım”, “iyi ki bu anı yaşadım” diyorsunuz.

Telaşımız büyük bu hafta. Yazılar kısa olacak. Kusura bakmayın.

Ama 19 Mayıs’ta, Ankara Arena Spor Salonu’na gelin. Mutlaka.

YAKUP…

Ne zaman İstanbul’dan bir arkadaşımla konuşsam, “Ne zaman geliyorsun?” diye soruyor. “Neden soruyorsun?” diyorum, “Gel de seni Yakup’a götüreyim” diyor.

Ne zaman İstanbul’da olsam, bir arkadaşım “Kal bu akşam da Yakup’a gidelim” diyor. Oysa ben İstanbul’a kalmak için değil, hemen varıp gelmek için gidenlerdenim.

Bir türlü kısmet olmadı şu Yakup’a gitmek.

Çok eskiden çok sevdiğim birine “Yakup’a gideceksem seninle giderim” demiştim, onunla da gidemedik.

Bu akşam İstanbul’a gideceğim, TRT Türk’te “Seçim Akademisi”ne katılmak için. Benden istenen yarın da orada kalıp akşamına Yakup’a gitmek. Kalamayacağım.

Keyfi olmayan bir arkadaşımla geçireceğim cumartesimi ve akşama kendi şehrime döneceğim. Mutlu ve mutsuz olduğum yere.

Meraktan ölmüyor değilim şu Yakup için. Tahminim medya kantini işlevi gören bir meyhane. Ama bildiğim bir şey var yeme, içme ve muhabbet söz konusu olduğunda İstanbul koca bir hayal kırıklığıdır Ankaralılar için.

AKLIMDA KALAN

Yine bir okur mektubu: Bu kez mektup Ela U.’dan. Sevimli bir “Merhaba”yla başlıyor ve Behzat Ç. izlediğim için derin bir fırçayla devam ediyor: “Ben sizi hiç televizyon, hele hele dizi izleyen biri gibi düşünmemiştim. Şaşırdım Behzat Ç'den söz etmenize; ben sizi hep çok çalışan, çok araştıran televizyon tembelliğine kendini teslim etmemiş biri olarak düşünüyordum; hele üstlendiğiniz görevleri göz önüne alacak olursak, içinde televizyon geçen her yazınızdan sonra ‘İzlemeyin, çalışın, ne olur’ diyorum içimden; haksızlık mı ediyorum? Sizden çok fazla şey mi bekliyorum? Size çok fazla şey mi yüklemişim?” Sevgili Ela’ya yanıt verdim. Bana çok fazla şey yüklemesinin önemi yok, kendimi bildim bileli yükümün eksik olduğunu anımsamam. Ona dedim ki “Evet, ben genellikle tv izlemem ama bu hiç izlemem anlamına gelmez. Behzat Ç.'yi mümkünse kaçırmamaya çalışırım. Komedi Dükkanı'nı yakalarsam izlerim. Yine de bu çok çalışmadığım, çok araştırmadığım anlamına gelmez. Hayır, benden çok fazla şey beklemiyorsunuz yalnız insanların tek boyutlu olması gerekmiyor fikrinden uzaklaşmışsınız. Ben hayatı tek katmanlı olarak yaşamam ki... Mesela sizce, son yazıda yazdığım gibi İstanbul'a tv programına katılmak için gittiğimde, Bebek Divan'da keyif yapmak yerine İstanbul Üniversitesi kütüphanesine mi gitmeliydim?” Yine de içimde bir merak belirmedi de değil, Ela “üstlendiğim görev”den acaba CHP PM üyeliğimi mi kastediyor? Oysa o görev benden ben de o görevden azad edileli epey zaman oldu. Belki de Ela duymadı. Ya da kasttetiği başka bir şey… Öğreniriz.