Nuran YILDIZ

GANGREN…

----- 20.05.2011 - 00:30 -----

Hepimizin “gangren” hakkında az çok bir fikri vardır. Çoğumuz dil kaymasıyla “kangren” de deriz.

Hiçbir tıbbi bilgiye başvurmaksızın gangren denince aklımızdan bazı temel yargılar geçer.

Geri dönüşsüz lokal bir iltihabi durumdur.

Çok ağrılıdır. Genellikle morarmayla ve ateş çıkmasıyla kendini gösterir.

Kan dolaşımının düzensizliğiyle ilgisi vardır.

Zehirli gangren ise tüm vücuda dağılır ve ölümcüldür.

Gangrenden kurtulmak için o lokal bölgeyi kesip almak gerekir. Tıpdaki son gelişmeler doku yenileme teknikleri geliştirmiş olsa da kesin çözüm değişmez: Kesip atmak.

Başka ne biliriz gangren hakkında?

Yalnızca tıp alanında kullandığımız bir sözcük değildir. Toplumsal durumlar için de kullanırız. Duygusal durumlar için de. “Gangren olmuş konu” deriz. Gangrenleşmiş ilişki” deriz.

Hangi durum için kullanırsak kullanalım, her durumda belirtileri aynıdır. Dayanılmaz ağrılar çekilir. Zonklamalar hissedilir. Kesip atmadan kurtulamayız. Kesip atılmazsa zehirler ve yok eder yavaş yavaş…

Zaman zaman aldatıcıdır. Morarmalar azalır, ağrılar dayanılır olur ve derin bir iç çekip “sanırım kurtardık” dersiniz… Oysa gangren nadiren geri dönüşlü bir durumdur. Kurtulduk sandığınız anda ağrılar artar, morarmalar genişler. Hem de daha büyük bir hızla…

Unutmayın gangrenleşmiş ilişkilerin bir tek doktoru vardır, o da sizsiniz. Zamanında kesip atmazsanız, zehir tüm bedeninize dağılır.

BOZULMADAN AYAKTA KALMAK ZOR…

iyi, doğru ve kaliteliyi dışlayarak besleniyorsa sistem, ayakta kalmak için onun taleplerine uyum göstermek gerekiyor.

Gazetelerde köşenizi korumak, ekranlarda görünmeye devam etmek için isteneni vereceksiniz.

Ağzınızı bozacaksınız. Saldırgan olacaksınız. Hakaret edeceksiniz. Tekrarcı olacaksınız. Boş konuşacaksınız. Kariyerleri ve karakterleri linç edeceksiniz.

Kendinize birini hedef seçip ensesine diş geçireceksiniz. Korkudan politikacıları hedef seçemeyeceğiniz için de ensesine diş geçireceğiniz kişileri kendiniz gibilerden seçeceksiniz.

Bu sisteme uzak durarak işini yapmaya çalışanlar da pes ettiler. Başaramadılar. Direnemediler. Kirleniyorlar yavaş yavaş. Ve bir süre sonra kirlenmede hızlanacaklar.

Mesela Kanat Atkaya. Medyada varlığını önce kişisel ilişkilerine dayandırsa da, sonra müzik, Galatasaray ve yaşam tarzları yazarak yerini hayli sağlamlaştırmıştı. Kendi halinde yazıyordu ve kendi halindeliğiyle talep görüyordu. Ayrışmıştı.

Şimdi bakıyorum da o da Akif Beki’den giriyor, Emre Uslu’dan çıkıyor. Umursamaz dili keskinleşiyor.

Olmaz. Başkalarının yolundan giderek, başkalarını taklit ederek Kanat Atkaya olunmaz. Tam da şimdi sakin olması, benzeşme yarışından uzak durması gerekir. Aynılaşmalar mezarlığında yan yana yatmaya bu kadar can atmaması gerekir.

AHMET HAKAN’IN AŞK HAYATI

Aslında sözün özü “Ahmet Hakan’ın aşk hayatından bize ne” olmalıydı. Öyle olmuyor. Gün geçmiyor ki magazin sayfalarında Ahmet’in aşkları haberlerine rastlamayalım.

Her gün kadının birinin çıkıp “Ahmet Hakan’la aşk yaşamıyorum” açıklamalarından sıkılır, daralır olduk.

Ahmet Hakan geçmişte çapkınlığa susamış bir zamparaydı. Telafi etmek için de fazlaca hızlı yaşadı.

Hiç sıkıntı da çekmedi, elini az geniş atsa ünlü biriyle aşk yaşamaya meyilli/hevesli kadınlara çarpıyordu.

Ünlüsü, ünsüzü, entelektüeli, güzeli, çirkini, mankeni, yazarı, akıllısı, delisi Ahmet’in hayatını bir podyuma çevirdi. Bizimki çiçeklerden bal alırken, çiçeğin kokusuna, rengine bakmak gereği bile duymadı. Arz ve talep dengesinin gereği neyse onu yaptı. Suçlanamaz.

Ama şimdilerde Ahmet’le ilgili çıkan haberlerde dikkatli olmak lazımdır. Çünkü Ahmet’ciğimiz bu kadar hızlı yaşayan bir adamın doyma, sıkılma ve bıkma dönemine girmiştir.

Tam da “kadın güruhu benden uzak dursun” dediği günlerde, kemale ve huzura ermenin prestij olduğunu anladığı günlerde, aşk haberlerinin ayyuka çıkması tamamen zampara yazar imajının sonucudur. Her bekar adam gibi, aşk dedikodularından böbürlenme payı bir yana elbette…

Tam da yeri gelmişken, geçenlerde bir arkadaşımdan duyduğum ve çok sevdiğim bir sözü sizlerle paylaşmam lazım: Kadına doymuş bir adama doyum olmaz…

AKLIMDA KALAN

Dostlukla arkadaşlık arasındaki en büyük fark: Dostlukla arkadaşlık arasındaki en büyük fark zamana dayanabilme gücüdür. Geçenlerde Üniversitemizde Süleyman Demirel konuşmacıydı. Onu beklerken önümden yaşlı bir adam geçti. Önce uzaktan gördüm, arabadan iki kişinin yardımıyla indi. Eline bastonunu verdiler. O kadar yaşlıydı ki ayaklarını yerden kaldırmaya gücü yoktu. Bastondan aldığı destekle ayaklarını sürüklüyordu. Bacakları mı onu, o mu bacaklarını taşıyordu bilemedim. Evinde oturması gereken bir zamanda Demirel’i dinlemek için gelen bu adamı merak ettim ve kim olduğunu sordum. “Ekrem Ceyhun” dediler, “Süleyman Demirel’in sağ kolu, can dostu.” 84 yaşındaki Ekrem Ceyhun’un arkasından bakarken öyle bir imrenme hali vardı ki içimde sözcüklere dökemem. Hangimiz sonsuzdan gelip sonsuza giden dostlara sahip olacak kadar şanslıyız? Hangimiz çıkarlar bitince yan yana durabiliyoruz bir dostla? Hangimiz yolun iyi yerini yürürken aldığı keyfi kötü yerini de yürürken almaya hevesli dostlara sahip? Hangimiz bir kahve içerken geçmiş günleri konuşacak kadar ortak anılara sahip insanlarla yaşlanabilme lüksüne sahibiz? Hangimiz bir bastona tutunarak da olsa “yanındayım bak” diyecek insanlara sırtımızı dayayabiliyoruz? İşte onlar yaşamı hakkınca yaşayanlardır. İşte onlar her türlü kayıpta bile kazananlardır.