Nuran YILDIZ

YALNIZLIK KALABALIĞIN TERSİ DEĞİLDİR

----- 17.06.2011 - 01:00 -----

“Kelebek Ödülleri” törenini izlerken bir dizeye takıldım kaldım, onca “gösteriş” arasında: “Hayat denen yolda yürürken tek başına.

Fantezi müzik sanatçısı ödülünü İbrahim Tatlıses almış. Beyazıt Öztürk’ün ekibi de Tatlıses için kısa bir film hazırlamış.

Hayat denen yolda yürürken tek başına…” dizesi o kısa filmde geçiyordu. İçeriğindeki çelişki aklıma mıhlandı. “Tek başına” lafının yakışmayacağı az adamdan biri değil miydi Tatlıses?

Kimse onun kadar kalabalıkların içinden geçmedi. Ne alkışlar… Ne övgüler… Ne eleştiriler… Ne kavgalar… Hepsi ama hepsi kalabalıklar içinde.

Kadın sevmesi bile hiç iki kişilik olmadı. Biri gitti, biri geldi, biri alt katta, biri kapı aralığında bekledi. “En çok beni sevdi” diyenlerle “en çok ben sevdim” diyenler birbirine girdi. Hepsi de “O benim adamım” iddiasında ısrar etti. Sahiplenenleriniz çoksa kalabalıktasınızdır. Değil mi?

Ne fiyatlar biçtiler bir şarkısına. Ne silahlar konuştu, ne insanlar çalıştı yanında. Parayla satın alınabilecek tüm kalabalıklara sahipti. Değil mi?

Birkaç yıl önce bir konser öncesi, kulisteki kapısını araladığımızda kanepeye uzanmış yorgun adamla, dışarıda onu bekleyen kalabalıklar arasındaki tezat dün gibi hafızamda. O günle bugün çakıştı şimdi.

Kalabalıkta olmak yalnız olmanın karşıtı değildi.

Bu yazı bir İbrahim Tatlıses yazısı değildir. Bu yazı “hayat denen yol”da yürürken içimizde taşıdığımız yalnızlık hakkında.

Yalnızlık insana yapışık bir şey. Öyle gelişiyoruz anne karnında, öyle doğup öyle ölüyoruz. Arada, içinden geçtiğimiz kalabalıklar isterse övsün, göklere çıkarsın bizi, isterse yerip eleştirsin. Her türlüsü amansız bir yanılsamadır.

Bir hançerin sırtınızda duruşuyla bir elin sırtınızı sıvazlaması arasında pek fark yoktur yalnızlık paydasında. Bir göz bir göze istediği kadar aşkla değsin, arada saydam bir perde vardır.

Diyeceğim o ki, yalnızlıkla kalabalık birbirinin tersi değildir. Birinin içinden geçerken, diğerini içinde taşırsınız hep.

YÖNETİCİ SORUNU ÇÖZÜLMEDEN FUTBOL SORUNU ÇÖZÜLMEZ!

Türk futbolunun önündeki en büyük engelin kulüp yöneticileri ve onların baş edilemez egoları olduğunu hep söyledim, yazdım. Dünya çapındaki her teknik adamı harcayıp geri gönderdiğimizde yazdım. Her umut veren yıldız futbolcumuzun ışığı söndüğünde suçu kulüp yöneticilerinde aradım.

Futbol Federasyonu Başkanı Mahmut Özgener’in veda toplantısında yaptığı konuşma önemliydi. Veda edenler içlerinde tuttukları sözleri, giderken dışarı bırakırlar.

Başkanlığa yeniden aday olmamasının nedenini açıklarken şöyle diyordu Özgener: “Geçen süre zarfında yaşadıklarımla tespit ettiğim, sistemin içerisine yerleşmiş, kişisel hırs ve egolarıyla Türk futbolunu perde arkasından yönetme hevesine sahip, hegemonya kurma hayali taşıyan zaaf sahibi kişiliklerdir.”

Sözü burada bırakmıyor Özgener, “Kulüp yöneticileri arkalarındaki büyük ve sessiz çoğunluğun gösterdiği emeğin önünü kapatıyorlar” diyor ve ekliyor: “Yöneticilerimizin kendilerini geliştirmek adına çaba sarf ettiklerine şahit olamıyoruz ve bu yüzden sistem doğru işlemiyor.”

Şüphesiz ki kulüp yöneticileri emeğin önünü kapatıyorlar. Bunu yaparken de futbolun da, dünya çapında yetenekli futbolcuların da önünü kapatıyorlar. Özgener’in “Bu ülke bu sorunu çözmeden, futbolun sorunlarını çözemez” sözleri benim de sözlerim.

OKURA SORU

Şimdi yoğunsanız hafta sonu yanıtlayabilirsiniz. Geçenlerde Hürriyet’teki köşesinde Mehmet Y. Yılmaz sormuş: “Karşınızdaki insan dünyanın en iğrenç tipi bile olsa bunu söyleyebiliyor musunuz?”

Yılmaz’ın “bunu” dediği şey, “seni seviyorum” sözcükleri. Ey okur, soruyorum: Dünyanın en iyi, en kusursuz insanı olduğunu düşündüğünüz birine mi “seni seviyorum” dersiniz yoksa “sevmek” fiili iğrenç insanları, mükemmel insanlarla eşitleyen bir şey mi sizin için?

AKLIMDA KALAN

“Büyük adam kimdir?” sorusu: Woody Allen kendi yaşamını anlatan belgeselde “Hiç büyük bir film yapmadım” demiş. Belgeselci Allen’ın önemli filmlerinin adlarını sayıp sormuş: “Peki bunlara ne diyorsunuz?” Allen yanıtlamış: “Tamam, pek çok iyi film yaptım ama bunlar büyük filmler değil. Benim yaptığım filmlerin hiçbiri mesela De Sica’nın ‘Bisiklet Hırsızları’ filmi kadar zamanın yıpratıcı etkisine dayanamayacaktır.” İyi film ve büyük film arasındaki farkı bilmem ama iyi adam ve büyük adam arasındaki farkı bilirim. Büyük adam, zamanın yıpratıcı etkisine dayanan bir ün bırakır geride. Mütevazıdır, dünya çapında ün sahibi olacak kadar başarılı da olsa kendi gözünde abartmaz. Büyük adam “iyi” ve “büyük” sözcüklerinin arasındaki farkı bilecek kadar ayrıntıları önemser. Büyük adamın etki alanı iyi adamdan daha geniştir. İyi adam sevilir, büyük adamın sevilmesi şart değildir ama kesinlikle saygı duyulur. İyi olan, sıfatını kendisi kazanır, büyük olan ise başkaları tarafından sıfatlandırılır.