Nuran YILDIZ

KADINLAR VE FİLOZOFLAR

----- 24.06.2011 - 01:00 -----

Kadınlar filozoflardan neden hoşlanır? Filozoflar kendilerinden bile hoşlanmazken…

Bu sorunun yanıtını gerçekten bilmiyorum. Bu konuda bildiklerim bölük pörçük şeyler.

Konuyla ilgili bir espri ise hepimizin bildiği: “Her durumda evlenin. İyi bir eşiniz olursa mutlu olursunuz. Eşiniz kötü olursa filozof olursunuz…”

Lady Gaga, hani şu bedenine çiğ et yapıştırarak sahneye çıkan popüler şarkıcı, ile zamanımızın en önemli filozoflarından Slavoj Zizek birliktelermiş.

Zizek. “Hitchcock”, “Yamuk Bakmak” gibi felsefi sanat okumaları yapsa da “Paralaks”, “Matriks”, “İdeolojinin Yüce Nesnesi” gibi derin eserlerin yazarı.

Aralarında aşk var mı yok mu bilemeyiz ama yakın dost oldukları şüphesiz.

Bir pop ikonuyla, bir filozof!

Bir yanıyla hayli tuhaf bir ilişki, bir yanıyla hiç de tuhaf değil. İnsan türü kadar ilişki türü var! İlişki, bileşik kap gibi bir şey, bir taraftaki doluluğun diğer taraftaki boşluğa doğru akmasıdır hep.

Haberi okuduğumda aklıma gelen ilk yanıt, “Kadın zihnini çözmek, filozoflar için amansız bir mücadele alanı olsa gerek” oldu.

Arşimed’in “Buldum!” diyerek anadan üryan hamamdan fırlamasına benzer bir hazzı yaşamak istiyor Zizek belki de, “kadın mantığını çözdüm” diyerek..
Boşuna çaba ama olsun. Her çaba saygıya değerdir.

“Hiç yanıtlayamadığım en büyük soru şudur: Bir kadın ne ister?” diyen de Freud değil miydi? Bir filozofun pes ettiği bir alanda bir başka filozof zafer kazanmayı umut ediyor olabilir. En acımasız rekabet mesleki rekabettir.

İyi de bir kadın, hem de Lady Gaga gibi bir kadın, bir düşünce adamında ne bulur? Bence bir tek şey: Kafasındaki sonsuz karmaşanın yanıtını bulabileceği umudu! Her kadının hayatına giren her erkekte aradığı şey yani.

Pratiğin teoriye duyduğu gereksinim. Dinamiğin statiğe duyduğu gereksinim.

YENİ BİR ŞEY YOK

İstanbul. Yine her şeyi bilir gibi, hiçbir şeyi bilmeden.

Yine “en güzel bensem, en güçlü de benim” diyor, güçten bihaberken.

Yine onca kalabalığın ortasında herkes tek başına.

Yine İstanbul Papermoon’da “Ankara’dan gelme”ler dolu, Ankara’dakinde “İstanbul’dan gelme”lerin dolu olduğu gibi.

Yine Kanyon Gina’da, ünlüler “beni gören var mı” merakıyla etrafı süzüyor, görülmek için can atarak.

Yine kalın bir cam tabakasının ardından Ankara’yı izlemekteler.

Yine Boğaz’da rüzgâr, tabakta balık, bardakta rakı var.

Yeni bir şey yok İstanbul’da, sıkılıyorum.

AKLIMDA KALAN

The LifeCo’da ruhsal terapi seansı: Bir süredir İstanbul’dayım. Hem ihmal edilmiş dostlarla muhabbet, hem de “oradan Ankara nasıl görünüyor” sorusunun yanıtını aramak için. Arkadaşımın işi var, benim de onu beklerken geçirmem gereken iki saatim var. Arkadaşım “Seni İstinye Park’a bırakayım, işim bitince gelip oradan alırım” diyor. “Tamam” diyorum, “bana uyar.” Sonunda ben de milli olacağım! Biz bu konuşmayı yaparken çok sevdiğimiz bir dostumuzun sağlıklı yaşam merkezini geziyoruz: The LifeCo. Tam da İstinye Park’a “olur” dediğim anda, önünden geçtiğimiz kapıda “SCIO: Ruhsal Terapi” yazısını okuyorum. “Vazgeçtim” diyorum arkadaşıma, “İstinye Park’ta milli olma işi bekleyebilir, ben burada kalıyorum.” The LifeCo ruh ve beden sağlığını bir bütün olarak ele alıyor. “SCIO Terapi” bedenin yaydığı enerjiyi düzenliyor, yoga gibi ama yoga değil, daha teknolojik bir şey. Bileklerinize kablolar falan bağlıyorlar. Uygulayıcı Aylin Süngür’ün anlattıklarından benim anladığım, bedenin enerjisini tamir ediyor oldukları. Arabanın servise girmesi gibi bir şey yani. Bence Türkiye’de yaşayan herkese gerekli. Ben çok eğlendim.