Nuran YILDIZ

CHP NASIL KURTULUR? FUTBOL NASIL KURTULUR?

----- 04.07.2011 - 15:00 -----

Bu yazının temel derdi CHP’nin kendi kendisini sıkıştırdığı köşeden çıkıp çıkamayacağıydı. Analizim ise bir magazin programında, Türkbükü sahilinde tavla oynayan CHP İstanbul milletvekili Aydın Ayaydın’ın şortundan başlayacaktı.

Neyse ki gerek kalmadı. Koskoca CHP benim analizlerime mi gereksinim duyacak? Türkiye burası. Artık günbegün değişmiyor gündem, anbean değişiyor.

Akşam yatıyorsun, sabah nasıl bir ülkeye uyanacağını kestiremiyorsun. Ülke olarak adrenalin bağımlısı olduk, zihnimiz şaştı. Paralize durumdayız.

Tam Türkiye Cumhuriyeti’nin ana muhalefet partisi köşeden nasıl kurtulur derken, Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin ve elbette futbol dünyamızın başkanı köşeye sıkıştı.

Futbolla az biraz ilgilenen herkes bilir ki Türk futbolunda temizlik yalnızca şike olaylarının açığa çıkmasıyla başlamaz.

Türk futbolu her biri diğerinden daha sorunlu parçalardan oluşan karanlık bir puzzle gibidir;

Şike iddiaları bu büyük bulmacanın yalnızca bir parçası.

Menajerlik sistemini kim düzeltecek peki?

Ya da en gizli ama en büyük sorun parçası olan futbol-medya ilişkisine kim dokunacak? Basın meslek kuruluşları işlevsizleşmişken, etik değerler sizlere ömürken…

Peki, kim ama kim futbolu temizlerken menajerlik sitemine ve de futbol-medya ilişkisini düzenlemeye gönüllü olacak?

Türkiye’de “futbol mafyası” diye bir kavram varsa bu kavram matruşka gibi iç içe yapılardan oluşur. Medya ilişkilerine ve menajerlik ayağına dokunmadan temiz futbol hayaldir.

KAZI’YORUM!

Akademinin bir “bilgi arkeolojisi” olduğundan mıdır yoksa bilgiye ulaşmak için zorlu bir kazı alanı olduğundan mıdır nedir, arkeologlara çok özenirim.

Ne zaman arabama atlayıp alıp başımı gitsem, yol üzerindeki kazı alanlarında mutlaka dururum.

Arkeolojik kazı alanları yabancıların girişinin yasak olduğu yerlerdir. Önce kazıyı izlemek için rica ederim. Olmazsa hafif boynumu büker “Ama benim için çok önemli” derim. O da olmadı, kazı yapan üniversiteden tanıdığım dostların adını verir “hamili kart yakını” durumunu devreye sokarım.

Ya benden kurtulmak ya da bu kadar ısrara pes ettikleri için izni koparırım.

Tarihin derin bir yerlerine dokunmak için harcanan çabayı büyülenmiş gibi izlerim. Sıcakmış, kurakmış, tozmuş umurumda bile olmaz.
İçimdeki arkeolog mutludur.

Denizli’deki Laodikya kazısında bir mezarın açılışına ve içinde kıvrılmış yatan genç bir adamın iskeletine bakmıştım geçen yaz.
Tarih, zaman, ölüm üzerine bin cümle geçmişti aklımdan.

Bunları neden mi yazıyorum?

Üniversitemin Ankara Çalışmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Aliye Öztan hoca beni Acemhöyük kazısına götüreceğine söz verdi. Aksaray yakınlarında.

“Şalvar giyeceksin” dedi, “tamam” dedim. “Kazı alanında ben ne dersem onu yapacaksın” dedi, “tamam” dedim.

Herkes deniz, kum, güneş yaparken ben ter, toprak, güneş yapacağım. Bende bir tuhaflık var, kesin!

AKLIMDA KALAN

Aldığım tuhaf telefonlar: Yok canım telefon sapığım falan yok. Beni arayanların kimliği ve soruları tuhaf. Son bir haftadır CHP’li yönetici ve siyasetçilerden ve Hükümete hayli yakın kişilerden telefonlar alıyorum. Her iki taraftan kişiler ne mutlu ki konuşmak için yemeğe ya da kahveye davet ediyorlar. Çoğuna “hayır”, pek azına “evet” dediğim bu yemek ve kahve seanslarında ya da telefonlarda içerik hiç değişmiyor. CHP tarafı “Bizi nasıl görüyorsun?” diyorlar ve çözüm önerileri arıyorlar. Hükümet tarafındakiler CHP’nin muhalefet mantığını nasıl değerlendirdiğimi merak ediyorlar. Onları nasıl mı yanıtlıyorum? Çok basit. Türkiye’de solun değişmeyen iki tavrından söz ediyorum; Birincisi her zaman, her şeyin doğrusunu kendileri bilirler, bir akıl desteğine gerek duymazlar. İkincisi, önce otobüsü duvara çarpar, sonra parçalanmış otobüsle trafiğe çıkmak için yardım istemeye başlarlar. Peki Başbakan Erdoğan ne yapar? “Bu otobüs şu güzergâhlardan geçecek, oralarda bir bilen varsa çağırın konuşun, otobüsün kaza yapma riski olan kör noktalar var mı?” sorusunu sorar. Şoförün ehliyetine ve kaza yapma oranına bakar. Yolculara “Merak etmeyin, bu otobüsün kontrolü bende, sağ ve esen bir şekilde gideceğiniz yere varacaksınız” der. Yine de kaza yapılırsa, bu kez yolcular “Evet kaza yaptık ama Başbakan elinden gelen her şeyi yaptı” der. Ötesi mi? Ben bilmem. Herkesin her şeyi bildiği bu ülkede ben tamamıyla bir Fransızım. Tıpkı o meşhur fıkradaki zürafanın “Ben filim, ben filim” dediği durum. Ben Fransızım! Ben Fransızım!