Nuran YILDIZ

ELBİSENİN TURKUAZI, PEKİ YA KANIN KIRMIZISI?

----- 18.07.2011 - 14:30 -----

Okan Bayülgen “Bu riyayı bırakalım ulusal yas ilan edelim” demiş, bir magazin programında.

Geçti.

Bizim toplu olarak, ulus olarak bir şey yapabilme olanağımız geçmiş umut mevsimlerinde kaldı.

“Ulusal yas” ilan edebilmemiz de “ulusal sevinç” gösterebilmemiz de söz konusu değil.

Bizi parçalara böldüler. Öyle bölgesel, dilsel parçalardan söz etmiyorum. Bizi birey olmanın büyüsüne batırıp topluluk olmanın zaferinden uzakta tuttular.

“Herkes kendi bacağından asılsın” dediler.

“Sen en büyüksün, kimseye ihtiyacın yok” dediler.

“Tarih mi, hepsi palavra seni kandırdılar” dediler.

“Coğrafya da neymiş hepimiz kardeş değil miyiz topa dönmüş dünyada” dediler.

“Dil birliği mi, komik olma” dediler.

Bize bunları söyleyenler, kendileri bize önerdiklerinin hep tersini yaptılar.

Kimler mi? En kolay yanıt dilinizin ucundadır hep: Dış güçler.

Hayır, işin aslı öyle değil. O sadece bir zarf. İçerde işbirliği yaptığı kişi ve kurumlar olmasa dış güçler ne yapabilir?

Siyasi duruşlarımızı, umursamazlıklarımızı son kertede dış güçler mi belirliyor? İrade sıfır mı?

Medya bizi “biz” yapmamak için azılı bir mücadele vermiyor mu?

Bilim dünyasının parlak isimleri “ulus” olmanın ne çağdışı bir durum olduğunu anlatmadılar mı?

Sonuç?

TBMM önünde işten atıldıkları için eylem yapan dört kişinin eylem nedeni yer almadı haberlerde. “Meclis önündeki protestocular polis tarafından uzaklaştırılırken uslu durmadılar” haberi yapıldı. İşsiz kalan işçilerin uzaklaştırılması içerikten bağımsız bir haberdi ekranlarda.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un turkuaz tayyörü konuşuldu, terörün hesabının çıkarılmasından çok.

13 şehit bir yanda sıra sıra toprağa doğru akarken bir şarkıcının protesto edilmesi geyiklerinden başka söyleyecek sözü kalmadı medya tayfamızın.

Turkuaz tayyörlü kadına özel hayatını bile sorabilirmişiz, o kadar rahatmış kendileri öğrendik de, şehit kanlarının kırmızısını kime soracağız biz?

Siyasetçiler maskeli baloda dans etmeye devam ede dursunlar, bir magazin figürü çıkıp “ulusal yas ilan edelim” demek durumunda kaldı işte.

Magazin programının adı da duruma çok uygun: Burada Laf Çok!

“Ulusal bilincimiz” şehit cenazeleriyle gömülüp gitti. Ercan Akyol’un 17 Temmuz tarihli Milliyet’teki karikatüründen öte söz yok şimdi.

Terör örgütü bunu bilmiyor mu? Biliyor. Terör örgütünün sözcüleri bilmiyor mu? Biliyor.

Biz bilmiyoruz! Kahroluyorum.

İLK KEZ…

İlk kez yazar Elif Şafak’ı sempatik buldum.

Ayşe Arman’ın söyleşisinde eşi Eyüp Can için “Beni böyle aldı” demiş.

Genelde entelektüel kadınlar eril bir söylem ifade ettiği savıyla “beni aldı” sözünü sevmezler. Kadını edilgin duruma ittiğini düşünürler. Bu içerikte cümle kuranları da aşağılarlar, kınarlar, küçümserler.

Elif Şafak ise “beni böyle aldı” derken kocası için, son derece özgüven içinde olduğunu gösteriyordu. Ve bu söylemle dalgasını da geçiyordu.

Ve benim için ilk kez sempatikti.

AKLIMDA KALAN

“Google etkisi” araştırması: Columbia Üniversitesi tarafından yapılan araştırma, arama motorlarının insan hafızasını zayıflattığını saptamış. Araştırma, kişinin bilginin içeriğinden çok, ona nasıl ulaşabileceğini hatırladığını ortaya koymuş. Hiç şaşırtıcı değil. Emek vermediğiniz şeye önem de vermezsiniz. Bu bilgi bana Platon’un yazıyla ilgili eleştirisini anımsattı. M.Ö. 427-347 yılları arasında yaşayan Platon, yazıyı zihni tembelleştirdiği için eleştiriyor ve yazının insani bir şey olmadığını söylüyor. Ona göre “düşünce insan zihninin içinde, insani bir şey, yazı ise zihnin dışında üretiliyor.” Neredeyse 2500 yıl sonra benzer bir durum bu kez zihinle bilgisayar arasında gerçekleşiyor. Onca yılda küçücük bir farkla: Platon yazıyı eleştiriyordu, araştırmacılar durum saptaması yapıyorlar.