Nuran YILDIZ

HER ŞEY NORMAL AMA…

----- 01.08.2011 - 00:01 -----

Diyelim ki Cumhurbaşkanı haklı. Başbakan haklı. Askeri atamaların belirlenme sürecinde dört komutanın istifa etmesi normal.

Herhangi bir “normal” demokraside böylesi bir bürokratik kriz “normal” olmasa da herkesin “norm”ali kendine nasılsa.

Dört komutan istifa ediyor. Türkiye tarihinde bir ilk. Haber değeri olduğu kadar yorum değeri de var. Böylesi durumlarda editörler ya da haber müdürleri köşe yazarlarını ararlar ve sorarlar: “Durum bu, yazınızı değiştirmek ister misiniz?”

Yazısını değiştirmek isteyen yazar değiştirir.

Dört komutanın istifa haberlerinin duyulması, gazetelere ve yazarlara bu süreyi fazlasıyla verdi.

Ertesi gün, Türkiye’nin en önemli gazetesi, kimilerine göre “amiral gemisi” Hürriyet’in yazarlarının bu konuda neler yazdıklarına baktım. Durum şöyleydi:

Fırtınalı günlerin en sakin analizcisi Sedat Ergin, Kırşehir’de mesleğini yapmama cezası alan gazeteci ve gazetecilik etiği üzerine yazmıştı.

Mehmet Y. Yılmaz futbolda şike konusunu tutmuş bırakmamıştı.

Ertuğrul Özkök kariyerini acıklı bir romana çevirmeye devam ediyordu. Jüri üyesi olduğu Star Akademi yarışması üzerine işkencemsi bir geyik çeviriyordu.

Yalçın Bayer köşesinde, CHP’ye hayat öpücüğü üflemekten vazgeçmemişti yine.

Fatih Çekirge sinemada sansür konusunu sanki yeni keşfetmişti. Sinemasal bir yazı duruyordu köşede.

Bu aralar Kelebek’te, sıkı politika yazan Tuna Kiremitçi’ye bir göz atayım dedim, o da oral seksin faydaları üzerine yazmıştı o gün iyi mi?

İsmet Berkan şaşırtmamış, “Komutanlar istifa etmiş, aman ne güzel olmuş” içerikli bir yazı döşenmişti.

Berkan’ın ve Yılmaz Özdil’in yazısına eklediği son paragrafı olmasa, bir gazetenin yazarları gündeme ancak bu kadar Fransız olabilirdi.

Diyelim ki bu durum da normal. Köşe yazarı, yazı değiştirmek zorunda değil.

Fakat… Bir gün sonra, hemen hepsinin köşesindeydi istifaların değerlendirilmesi. Anlaşılan o ki, köşe yazarlarının kendinden menkul bir fikirlerinden artık söz edilemez. Bir sotaya yatma, bir etrafı kollama, sonra da damara ve duruma göre fikir geliştirme tavrı hakim.

Köşe yazarlığında “bukalemunlaşma dönemi”ne de girmiş bulunuyoruz.

Dünya medyasında “özgünleşme” yükselirken, Türkiye medyasındaki bukalemunlaşma süreci normal mi peki?

AKLIMDA KALAN

Tercih edilen ve yasaklanan “masa”: Asmalımescit’te restoran ve kafelerin kapı önüne masa koymaları belediyece yasaklandı. O masalarda oturmuşluğum var. Görmüşlüğüm, gözlemişliğim var. Oradaki masalarda dostlar dostlarla buluşur. Dost olmayan, birbirinden hoşlanmayan iki insanı o masalarda bir arada tutmak zordur. Küsler o masalardan barışarak kalkar. Birbirlerinin gözlerinin içine bakılır o masalarda. Yalan olmaz. Hile olmaz. Maske hiç olmaz. O masalar şimdi yasak. Ama başka masalar serbest. Hangileri mi? “Şanslı Masa” adlı televizyon programdaki masa mesela. O masaya iki kişi oturuyor. Dost, arkadaş, sevgili, akraba. Onlardan biriyle programcılar anlaşma yapıyorlar: “Biz sana ne diyorsak onu yapacaksın. Ödülü kazanacaksın.” Kulağına fısıldadıkları yarışmacının, karşısındaki insana rol yapmasını, kandırmasını, küçük düşürmesini, arkasından iş çevirmesini istiyorlar. Ne kadar aldatma o kadar reyting. Ne kadar hakaret o kadar başarı. Ne kadar hile o kadar ödül. İşte size Türkiye’den yükselen ve düşen masa çeşitleri.