Nuran YILDIZ

SÜRECİ OKUMADAN SONUCU YORUMLAMAK OLMAZ!

----- 12.08.2011 - 08:30 -----

Ekonomik kriz. Savaş. Açlık. Terör. Şimdilerde bu dört sözcüğü kullanmadan haber yapılamıyor.

Hani gelişme ve bilim ve özgürlük ve demokrasi bilinci, insanlığı daha mutlu günlere götürecekti?

Bugün, yeni tür bir okur-yazarlığa gereksinim duyuyor karar vericiler. O okur-yazarlığın harflerle, yazılarla hiçbir ilgisi yok. Başka işaretleri bilmeyi gerektiriyor.

Değişimin sürekli olarak kendi kendini imha etme işleyişini anlama becerisi şart. Öngörülemez bir gelecek için, seçenekli öngörü becerisini ve daha pek çok beceriyi geliştirmek de şart.

Asla bize dokunmaz sandığımız bir durumun nasıl etrafımızı çevreleyebileceğinin haritasını çıkarma becerisi. Kelebeğin kanatları kadar masum olmayan bir dalga etkisini hissedebilme becerisi.

Afrika’daki açlığın, sebze ve meyveleri uzun süre taze tutma vaadinde bulunan buzdolabı reklamlarıyla ilgisini anlama becerisi.

“Yarını düşünme, paran varsa harca” anlayışının, nasıl olup da yeniden kumbaralı günlere dönme hissini tetikleyen “Harca ama müsrif olma” anlayışına döndüğünü kavrama becerisi.

Tüm bu beceriler toplamı, insanı ve insanın sonsuz özgürlükle sonsuz şiddet arasında kurduğu bağlantıları anlamamızı gerektiren yeni tür bir okur-yazarlık gerektiriyor.

Sembollerin neye denk geldiğini anlamadığımız sıfır noktasında, mağara duvarlarındaki işaretleri anlamlandırma noktasından bile daha uzakta insanlık.

İnsanın en çok insanı ihmal ettiği noktadayız. Yakın tarihte, insan bedenini iyileştirmeye odaklanan tıp, insan için uzayı köyleştiren teknoloji, insana demokrasi ve adalet vadeden hukuk üzerinde çalıştığı kadar insanın duyguları, tatminleri üzerine çalışılmadı.

Cinselliği ilaçlarla, modayla, medyayla, modern ilişkiler ambalajıyla skora, rakamsal ifadelerle açıkladılar da, ruhsal tatminle açıklamadılar hiç.

Ölümü sayılarla ifade etmenin şıklığı, ölümün yaydığı acıları ifade edebilecek sayılara yoğunlaşmayı önledi hep.

Yazılı metinler üzerinden okur-yazarlık hızla yükselirken, insanı okumayı hep ertelemenin sonuçları bu. “İnsan”ı, “esas özne” olarak konumlamadı modern dünya.

İhmal edilmiş “esas özne”nin farklı gerekçelerle, İngiltere’den Suriye’ye pek çok yerde isyan edişi bu. Yine olaylara takılıp özneyi anlamaya çalışmıyor yönetsel bakışaçısı.

Oysa şiddetle sarsılan ruhların, “Güvendesin, sana bir şey olmayacak” ya da “Seni anladım” diyecek makul bir ses duymaya ihtiyacı var.

HÜZÜNLÜ BİR TRANSFER: ARDA

Arda üzülerek gitti. GS sevdasını açıkça söyleyip, kendi pazarını daraltacak kadar Galatasaraylı, takımını terketti.

Bir başarı öyküsü, bir başarısızlık gibi sürekli ayaklarına dolaştı durdu. Acemi starların başına gelenlere üzüldüğüm gibi üzüldüm ona da. Arda için yazılarımda kaç kez “Bu çocuğun etrafında aklı başında biri yok mu?” diye sordum.

Tüm başarısını kendi yaratmış insanların etrafına hep mi nemalanacak asalaklar grubu doluşur?

Üreticilerin ineklere bile daha yumuşak et, daha verimli süt versin diye özen gösterdikleri bir ülkede, iyi sporculara yönetimlerin bu hoyratlığı anlaşılır değil.

Arda’nın iyi oyunculuğu stres yönetimi, iletişim yönetimi, şöhret yönetimi gibi hizmetlerle desteklenmedi. Gönlünü verdiği kulübü ona bir oyuncu olmaktan öte hiçbir yatırım yapmadı.

Kız arkadaşının antipatisi olduğu gibi yansıdı Arda’ya. Çok önceden bitebilecek bir ilişki, saldırılar karşısında daha bir güçlendi. O ilişkinin de yönetilmesi gerekiyordu oysa. Olmadı.

Kendi çabalarıyla başarılı olanlara, başkalarının sırtında yükselenlere davrandığı kadar iyi davranmıyor bu toplum. Bu gerçeği biliyorsak eğer, Arda’yı bu anlayışa karşı mücadeleye hazırlamak gerekmez miydi?

Eğer başarılı sporcuları yönetemezsek, starların terk ettiği bir ülkede, başkalarının starlarının ardından koşmaya devam edeceğiz. Yazık.

RİSK AL’MA!

Yeni zamanların ruhu kulaklarımıza sürekli olarak fısıldar: “Risk al!”

Aynen “Uzun vade yok” sloganında olduğu gibi.

Elbette risk alacaksınız, ancak bunun üç koşulu var;

Bir, riske edeceğiniz şeyin sizin için değerini önce tartacak, gelir gider hesabı yapacaksınız.

İki, cebinizdeki son parayı riske konu etmeyeceksiniz.

Üç, sevdiğiniz insanları riske konu etmeyeceksiniz.

Aksi halde risk al’mayacaksınız. Sonra üzülürsünüz.

AKLIMDA KALAN

Filmlere isim koymayı hiç beceremiyor oluşumuz: Birkaç yıl önce sinemalara bir film gelmişti. Orijinal adı “Gossip/Dedikodu” olan film pazarlama hilesi olarak “Seks Dedikoduları” adıyla gösterime girmişti. Haftası geçmeden gösterimden kalktı, iş yapmadı. Film “dedikodu” üzerinden bir kişilerarası iletişim eleştirisiydi. DVD’sini bulursanız izleyin. Seks filmi beklentisiyle salona gidenler hayal kırıklığıyla salondan ayrıldılar çünkü öpüşme sahnesi bile yok gibiydi. Gerçekten izlemesi gerekenler ise “seks” sözcüğüyle devredışı bırakılmışlardı. Türkiye’de sinema sektörü filmlere isim koymayı hiç bilemedi. İyi filmlerin boş salonlara oynamasının bir nedeni de bu. Kendi fanatiklerini yaratan “Behzat Ç.” dizisi sinemaya hangi adla uyarlanmış biliyor musunuz: “Behzat Ç. : Seni Kalbime Gömdüm!” Sanki şaka gibi! Behzat radikal, filmin adı arabesk. Behzat asi, filmin adı kadere razı. Bu film Behzat karakterinin baskınlığı nedeniyle iş yapabilir ama emin olun Behzat’a yakışır başka bir adla çok daha fazla iş yapabilirdi. Yine benden söylemesi.