Nuran YILDIZ

BAŞKALARININ ACISINDAN MUTLU OLUNUR MU?

----- 17.08.2011 - 00:01 -----

Somali.

Açlık. Ölüm. Acı. Kemikten çocuk bedenleri. Ölüme yatmış bedenlere yapışmış sinekler.

Dünya medyasının en iyi foto muhabirleri, serbest fotoğrafçılar orada. Acının ve açlığın en güzel (!) karesini yakalamak için mesleki hazzın içinde adeta yitip gitmişler.

Fotoğrafçının çektiği acı “an”lara bakıyoruz her gün. Acı başkalarının. Uzaklarda bir yerde.

Susan Sontag “görme”, “fotoğraf” ve “gerçek” üzerine kafa yoran bir sosyolog. “Fotoğraf Üzerine” ve “Başkalarının Acılarına Bakmak” kitapları önemli. Her ikisi de Türkçede var.

Başkalarının acılarına fotoğraflar aracılığıyla bakmanın insanı acıya nasıl yabancılaştırdığını anlatıyor.

Başkalarının acılarına karelerden tanıklık ediyoruz. Çerçevenin dışında kalan asıl gerçek aklımızdan bile geçmiyor.

Her Somalili kemikten beden fotoğrafına bakışımızda kendi gerçeğimize şükrediyoruz.

Onlar için üzülmek, kendimiz için mutlu olmamızı üretiyor. Acıya, açlığa, ölüme yabancılaşma böyle doğuyor.

“İyi ki ben aç değilim” dedirtiyor. Bir iç rahatlama.

“Acı çekmek başka şey, fotoğraflara kaydedilmiş acı çekenlerin imajlarıyla yaşamak başka bir şeydir” diyor Sontag da zaten.

Fotoğraftaki acı, bizi acının gerçeğinden tecrit eder. (Çünkü hayat sabit değildir, sabitse gerçek değildir hissi.) Başlangıçta vicdanlarımıza ve merhamet duygularımıza sesleniyor görünse de, zamanla acıyı (ve açlığı) kanıksayıp normalleştirmeye de hizmet eder.

Acı ve açlık orada bir yerdedir. Birazcık bağışta bulunarak, hiçbir şey yokmuş gibi yaşamaya devam edişimiz ondandır.

Bir yandan kedere düşerken, bir yandan katılaşmak mümkün Sontag’a göre.

Her karelere hapsedilmiş acıya baktığımızda kendi mutluluklarımızı temize çekmiş oluyoruz sanki.

Yabancı. Uzak. Katı. Acı. Gerçek!

HAYAT KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEKTİR

Geçen perşembe. İki konuğum var. İkisi de tıbbın en meşakkatli alanlarında uzman doktor. İkisi de devamlı okurum.

Birini önceden tanıyorum, diğeriyle o gün tanıştık.

Yeni tanıştığım doktor 47 yaşında. Heykel yapıyor. Sanatın çeşitli dallarıyla ilgileniyor.

Klasik soruyu soruyorum “Neden doktorlar yalnızca kendi işlerini yapmazlar?” Gülüyor.

Çünkü beyefendi bu sene üniversite sınavına girmiş. Benim fakülteme girmek istiyormuş! Sınavda da 6 bininci olmuş!

“Benden geçti” dememiş. “Yaşım ilerliyor” dememiş. Emeklilik planlarına kafa yormaya hiç niyetlenmemiş!

Hayatı bitmekte olan bir süreç olarak değil, her gün yeniden başlayan bir proje gibi görüyor.

Ben bu öğrenciyle, pardon arkadaşla çok iyi anlaşacağım.

AKLIMDA KALAN

Uzun yolda selektörle uyaran sürücüler: Geçen hafta arabayla uzun bir yol yaptım. Kafa dinlemek için işe yarıyor. İlerde bir yerde radar olduğunda, karşı yönden gelen sürücüler selektörle uyarıyor. Üstelik selektörle uyarı dili oturmuş durumda, üç kez üst üste yapılırsa “Radar ilerde seni bekliyor. İstersen bas gaza ve gününü gör ama sana tavsiyem yavaşla. Yoksa yersin cezayı, hiç acımıyorlar.” Yalnızca üç selektörle tüm bunları ve daha birçok şeyi anlatabiliyor sürücüler birbirlerine. Ne var ki yan koltuktaki arkadaşımla her zaman düştüğümüz tartışmanın içine yine düşüyoruz. Ben diyorum ki “Ne kadar yardımsever insanlarımız. Radarı haber veriyorlar.” Arkadaşım, safın birine bakar gibi küçümseyici ifadeyle yüzüme bakıyor, “Hadi canım” diyor, “ne yardım sevmesi, tam tersine ne gammazcı bir toplum olduğumuzu gösteriyor. Dertleri ilerdeki polisi gammazlamak.” Kafam karışıyor. Gerçekten polisi gammazlamak için mi, yoksa yardım etmek için mi selektörle uyarı? Sizce?