Nuran YILDIZ

DOKUZ GÜNÜ NASIL GEÇİRDİM?

----- 05.09.2011 - 00:01 -----

- Devlet bürokrasisinde 11 Eylül 1980’e dönme hazırlıklarına sevindirik olanlara şaşırarak… (Ertesi günü 12 Eylül olan bir güne dönmenin nesine sevinilir ki?)

- Şehit cenazelerinde ve evlerinde, şehit aileleriyle gazetecilere poz vererek acıdan beslenen siyasetçilerden utanarak…

- İsrail’le gerilimcilik oynamayla, Türkiye’ye füze kalkanı yerleştirmenin aynı günlere denk gelmesinden “ne tesadüf” diye lüzumsuzca işgillenerek…

- Füze kalkanının neremize yerleştiğini geçiniz, Genelkurmay Başkanının odasına yerleşip dinlemişler diye acı acı tebessüm ederek…

- Tuna Kiremitçi’nin dozu giderek artan ulusalcı yazılardan, sado-mazo cinsel fantezili yazılara savruluşuna hayret ederek…

- Aydın Doğan ve Ahmet Hakan yakınlaşmasının neler doğuracağını merak ederek…

- Hem paparazilerin cirit attığı Bodrum koylarındaki teknelerde tatil yapıp hem de gözden uzak tatil için tekneyi tercih ettiklerini söyleyerek milleti salak yerine koyanların salaklık düzeyine sinirlenerek…

- Ertuğrul Özkök’ün kendi kendisiyle yaptığı röportaja acıyarak…

- Elbette telefonuma gelen bayram mesajlarını hiç okumadan silerek...

- Hayatımda ilk kez gazete almayarak, okumayarak hiçbir şey kaybetmediğimi fark edip şaşırarak…

BİRİ CHP’NİN İLETİŞİMİNE DUR DESİN!

İletişimi sorunlu kişi ve kurumlara ilk önerim iletişimi kesmeleridir. Çünkü yanlış iletişimin yarattığı hasarı tamir etmek, iletişimsizliği tamir etmekten daha zordur.

CHP, hem Genel Başkanının hem de Partinin iletişiminde sürekli yanlışlar yapıyor.

Saymakla bitmez.

Başbakanın ardından Somali’ye gitmek, Başbakanın gündemini takip etmek değil de nedir?

Kemal Beyin “Kimin dinlediğini biliyorum ama söylemem” demesi hangi akılla açıklanır?

Faruk Loğoğlu’nun İsrail açıklaması sanki hiç kimse bir şey anlamasın dercesine yazılmış, üstelik Hükümetin değirmenine su taşır nitelikte değil mi?

“Genel Başkanımız Kılıçdaroğlu onu kutladı, buna el salladı” şeklinde sabahın körü, gecenin yarısı ansızın gelen mesajların insanların yüreğini hoplatmasına ne diyeceksiniz?

Ya Kemal Beyin dün Aktütün’deki askerlere “bayram ziyaretine” gidişi? Şeker Bayramı üç gün değil mi? Cuma idari tatil, cumartesi-pazar resmi tatil, “bayramın altıncı günü” olur mu?

En iyisi birileri CHP’nin iletişim çalışmalarını durdursun. Mevcut duruma bakınca, insanın “bırakın dağınık kalsın” diyesi geliyor.

BİR KAVANOZ PORTAKAL REÇELİ

Feriha Teyzem. Öldü. Geçen hafta.

Taşındığımız evdeki ilk gün çalan kapımızı açtığımda, elinde portakal reçeli kavanozu, sımsıcak bir gülümsemeyle karşımda duruyordu. 12 yaşındaydım.

Feriha Teyzem. Karşı komşumuzdu. Reçel kavanozunu omzumun üzerinden anneme uzatıp “Çocuklar sever” demişti. Sonra her portakal mevsimi Feriha Teyzemin portakal reçelini bekler olmuştuk.

Biz büyürken anneme “Feriha Teyze portakal reçeli getirdi mi?” sorusunu sormaya devam ettik. Yaşlandı. Hastalandı, bize elleriyle yaptığı portakal reçelini getirmekten hiç vazgeçmedi. Başka hiçbir reçeli Feriha Teyzeminki kadar sevmedik.

Feriha Teyzem öldü. Cenazesine katılamadım. Bulunduğum yerde, bir portakal ağacının altında ağladım. Ağladım. Feriha Teyzemin gidişiyle insan ilişkilerinde biraz daha sevimsizleşti dünya.

AKLIMDA KALAN

“Gözyaşı mı arıyorsunuz?” Sorusu: Hatalı çıkış yaptığını fark edince, efendice formasını çıkarıp yarıştan çekiliyor Usain Bolt. Üzüntüsünden duvara yumruk atıyor, sakinleşiyor. Duygularını duvarla paylaşıyor. Sonra etrafındakilere dönüp “Gözyaşı mı arıyorsunuz? Bu olmayacak ben iyiyim” diyor. Bu sözleri okuyunca öylece kaldım. Kendisi dışındaki dünyaya güvensizliğini, o dünyanın acımasızlığını ifade edişine hayran oldum. Başkalarının acısından beslenenlere, başkalarının gözyaşından susuzluğunu giderenlere karşı meydan okuyan bu sözler, çoktan printer’dan çıkıp çalışma odamın duvarına asıldı bile…