Nuran YILDIZ

KAFAM KARIŞIK

----- 16.09.2011 - 08:40 -----

Kafamda iki zıt bilgi çarpışıp duruyor:

Hipokrat “kriz” sözcüğünü “karar verme zamanı” olarak kullanmış. Ona göre, vücuttaki dört salgının (balgam, kan, safra ve irin) yükselme dönemi hastanın durumunun seyrine karar vermek ve iyileştirici tedaviyi belirlemek için en uygun dönemdi.

Heidegger de, bir şeyler yanlış gittiğinde doğru ve uygun fikrin ortaya atıldığını söyleyerek bir anlamda Hipokrat’a destek çıkıyor.

Tüm analizlerini “keşke ben yapsaydım” gıptasıyla okuduğum Bauman’ın düşüncesi onlardan farklı. Kriz anı, karar vermenin olanaksız olduğu durum ona göre. Giddens da benzer düşünüyor.

Belirsizlik durumlarında yaptığımız seçimlerin, artık iyi ile kötü arasında değil, kötü ile beter arasında yapma zorunluluğumuz olduğunu söylüyor Bauman.

Bir tarafta Hipokrat ve Heidegger, diğer tarafta Bauman ve Giddens! Dört büyük isim. İki farklı görüş.

Duygularımızın en yoğun olduğu zamanlarda… Büyük kızgınlığın pençesinde… Derin hayal kırıklığının çukurunda…

Yoğun aşkın kuyusunda… Büyük başarının tepesinde… Sonsuz alkışların verdiği ruh yükselmesinde…

Önemli, geri dönüşsüz, etki alanı geniş kararları vermek doğru mudur? Yoksa karar vermek için sakinliği, durulma anını beklemek mi gerekir?

Bu soru kimileri için son derece kişisel, kimileri içinse ülkesel ya da küresel durumlar için geçerli. Nereden baktığınıza bağlı. Ama nereden bakarsanız bakın yanıtı önemli.

EVİNDE TELEVİZYON OLMAYAN İŞADAMI

Birkaç gün önce tanıştım kendisiyle. Antalya’da. “İyi ki tanıştım” diyeceğimiz “adam” sayısında hayli fukara günlerdeyiz ya, şanslıydım.

İşadamı. İş yaptığı alanda dünyanın en büyük üç şirketinden birini yönetiyor. 350 bin metrekare üzerinde kurulu dev bir şirket.

Bazı babalar koyun yetiştirmek ister. Bazı babalar ise aslan yetiştirmeyi tercih eder. Aslan yetiştirdiğinde bilirsin ki arada sana da pençe atacaktır. Ben aslan yetiştirmeyi tercih ettim” diyen bir babanın iki oğlundan büyüğü.

Sıradışı. Şirket yönetme anlayışıyla da, kendi zihinsel sermayesine yaptığı yatırım anlayışıyla da.

Adını vermeyeceğim, zaten yakında adını duyma olasılığınız yüksek. İşe ve hayata bakışını olabildiğince çok insan duysun istiyorum, ikna edebilirsem tabii.

Evinde televizyon yok. Cihaz olarak yok! Diyor ki “Bugüne kadar hiçbir kazancımı televizyondan öğrendiğim bilgiyle yapmadım.”

Evinden televizyonu atan çalışanlarına da istedikleri bilgisayarı hediye ediyor.

Sigarayı bırakan çalışanlarına bir maaş ikramiye veriyor. “Denedim, bırakamadım” diyenlere de terapi desteğinin ücretini ödüyor.

İş yerinde güven esas sözcük. “Güvenmediğim insanla çalışamam ki” diyor, işçinin sözü kendi sözü kadar değerli.

Birim sorumlularını topluyor. Çöpe giden atık malzemenin maliyet hesabını yapıyor. Diyor ki “İsraf edilen malzemenin maliyeti şu kadar TL tutuyor. Üretimde bu israfı önlerseniz o parayı maaşlarınıza yansıtırım.” Atık malzeme en aza iniyor.

Çalışanlarına psikolog desteği ve aile terapisi desteği veriyor. “Ben psikolog ve terapiste maaş veriyorum ama onlar bana ruh durumu daha sağlıklı iş gücü veriyor” diyor.

Danışmanlarla çalışıyor. “Her şeyi ben bilirim” demiyor, bilgi neredeyse, gidip almaya erinmiyor. Felsefe ve psikoloji okuyor. Fotoğrafla ilgileniyor.

Ve… Yaşam ve yönetim üzerine bir kitap yazmış. Yazdığı kitabı basılmadan önce benim okumamı istiyor.

Keyifle kitap kopyasını alıyorum. Hem kendim için, hem de sizlerle paylaşmak için okuyacağım. Biliyorum hoşunuza gidecek.

AKLIMDA KALAN

“Yana kay yoksa…” tehditi: Ankara-Eskişehir hızlı treninde kadınların yanına erkek oturtulmuyormuş. Konu yeni değil. “Hakiki Koç”lu otobüs günlerimizden beri var. Ben otobüs, tren, uçak fark etmez, erkek yanını kadın yanına tercih edenlerdenim. Kiloları benim koltuğa taşmadıkları ve ter kokmadıkları sürece. Nedenlerim var: Birincisi, erkekler oturdukları yerde sürekli kıpır kıpır değiller. İkincisi, kılık kıyafetinizi eleştirmek için yan gözle süzmezler. Süzerlerse de eleştiri değildir dertleri. Üçüncüsü, burnunuzun dibinde parfüm sıkmazlar, krem sürmezler. Dördüncüsü, pencere kenarıysanız “Geçebilir miyim” dediğinizde size ters ters bakmazlar. Ve dahası öyle kadınlar var ki maazallah yanlarına düşmeyesiniz. Bir dostum anlattı. Uçakta, kalkış anında, yanındaki kadın cep telefonuyla konuşuyormuş. Bizimki uyarmak istemiş. Kadın oralı olmayınca uçuş ekibine şikayet etmiş. Bunun üzerine telefonla konuşan kadın bizimkine dönüp “Kenara kay yoksa ben sana kayarım!” demesin mi? Bizimki şokta! Bana anlatırken, durumu gözümün önüne getiren ben gülme krizindeydim.