Nuran YILDIZ

ZAFER DE YENİLGİ DE AYNI ANANIN ÇOCUKLARI

----- 19.09.2011 - 08:00 -----

“Başbakan Erdoğan’ın üç olumlu özelliğini söyle” deseniz, hiç düşünmeden sıralarım.

“Karizması” demem ama. Eylül 2002’de, şimdi yalakalık divanında el pençe duranların “Tayyip” diye küçümsediği günlerde yayınlanan “Liderler, İmajlar, Medya” kitabımda “karizma”sından söz etmiş olsam da… Bugün başka üç özelliğini sıralarım;

1. Kolay kolay adam harcamaz. Olsa olsa adamları kendi kendilerini harcar. MİT Müsteşarı Hakan Fidan örneğinde bunu söyledi zaten.

2. Verdiği kararın sonuna kadar arkasında durur. Karar doğru da olsa, yanlış da olsa böyledir.

3. Asla unutmaz. İyilik yapıp, iyi söyleyeni de, kötülük yapıp kötü söyleyeni de bir kenara yazar. Kara kaplı defteri gerçekten vardır.

Erdoğan’ı başarılı bir lider yapan nitelikleri bunlar. Ama… “Üç olumsuz özelliğini söyle” derseniz;

1. Ülke içine yoğunlaşması gereken dikkati başka ülkelere kaymış durumda. Odaklanma sorunu var.

2. Kolay havaya giriyor. Pohpohlanmayı seviyor. “Yok”tan gelip “çok” sahibi olan herkesin içine düştüğü kara kuyu bu.

3. Rakibe son vuruşu yapmadan asla durmuyor. Bu da onun duygularının körleşmesine neden oluyor.

Zafer de yenilgi de aynı ananın çocuklarıdır. Birisini doğuranın diğerini doğurma olasılığı vardır.

“SIFIR SORUN” HEDEF DEĞİL İLKEYMİŞ

Dün. Pazar. Sabah saatleri. CNN Türk’te Dışişleri Bakanı Davutoğlu konuk. Bir televizyon dizileri bir de Başbakanın dış gezileri. Halkımız izlemeyi seviyor ya, merak edip dinledim.

Fikret Bilâ o meşhur soruyu sordu: “Komşularla sıfır sorunlu politika diyordunuz, neredeyse sorunumuzun olmadığı komşu kalmadı, ne diyorsunuz?”

Davutoğlu, yüzünde unutulup kalmış gibi duran gülümsemesiyle şöyle dedi: “Komşularla sıfır sorunlu politika bir ilkeydi ve de doğru bir ilkeydi.”

Ne demagoji ama!

Politikada ilkeler kağıt üzerinde güzel duruyor diye ortaya konmaz, hayata geçsin diye konur, bu nasıl iş?

Başbakanın lafı çevirmesine alıştık da, adamları yapınca itici oluyor.

KOKOREÇİ HALLETTİK, TRAFİKTE SIRA…

AB çerçevesinde trafik yasalarında yeni bir düzenlemeye gidiliyormuş. Gidilsin.

Gidilsin de, kafama iki konu takılıp kaldı; Birincisi, su birikintilerinin içinden geçip kaldırımdakileri ıslatmak yasak olacakmış. Gerçekten ıslanan da, ıslatan da olsan durum hoş değil.

Tamam, odunla insan arasında kalmış sürücümüz az değil ama yağmurda su birikmesine neden olanlar da belediyeler değil mi? AB ülkelerinde yağmurda su birikmiyor ki. Ne diye cezaları sürücüler ödüyor da belediyeler konu edilmiyor?

İkincisi, yol kenarlarında sürücülerin dikkatini dağıtacak pano ve ilan asılmayacakmış. Dikkat dağıtma kriterini kim belirleyecek peki?

Mayo reklamı görünce dikkati dağılan var, hamburger reklamı görünce dağılan var.

Mesela ben. Basmış gidiyorum, yol kenarında Omega saat reklamı! O dakika, dikkat mikkat sıfır. Omega reklamında George Clooney var! Üstelik gülümsüyor! Ne olacak şimdi?

AKLIMDA KALAN

Bir anma ilanı: Ölüm ve anma ilanlarının ölenlere hitaben yazılanlarını hiç anlamam. Ölenlerin öbür tarafta, sabah çaylarını yudumlarken gazete okuduklarına inanan insan sayısı hayli fazla olmalı. Dün iki yıl önce ölmüş olan Behzat Tünay için yazılmış bir ilan vardı. Metinde duran aşk ve özlem öyle çarpıcıydı ki, sizlerle paylaşmam lazımdı: “ ‘Sen bana bakma, ben baktığın yönde olurum’ en sevdiğimiz dizelerdi. İki yıldır, baktığım yönlerde bile yoksun. Ama şarkımız ‘Gözümde daim hayal-i cânâ, gönülde her dem cemal-i cânâ’ halâ geçerliliğini koruyor. Kavuşacağımız süreden iki yıl daha eksildi. Nurlar içinde yat. Sevdiğim.” Kavuşacağı süreden eksilen günleri sayan ne muhteşem bir aşk, ne dayanılmaz bir özlem. Sabırdan başka gereksinimi olmayan bir kadın yazmış bu satırları. Sevdiğini özlemek taşınması en zor olan yük olsa gerek.