Nuran YILDIZ

BAŞBAKAN AĞLARKEN…

----- 10.10.2011 - 00:01 -----

Annesinin cenaze namazında ağlarken sadece bir oğuldu Başbakan Erdoğan.

Annesinin ölümüne ağlarken kendisine de ağlıyordu… Tüm anne cenazelerinde oğulların yaptığı gibi… Annesine ve kendisine…

Ne şaşalı ünvanları olursa olsun çocuktur oğullar, anneleriyle dört duvar arasında kalınca…

Cenazede. Kum gibi kalabalıklar arasında.

Yaşadığı en gerçek huzur, başını okşayan anne elinde terk ediyordu.

Tek ve kalıcı iktidarı, hüküm sürdüğü anne yüreğinde gidiyordu…

Annesiyle birlikte çocukluğu da yatmıştı musalla taşına. Biliyordu. Ağlıyordu.

Kızlar babalarını, oğullar annelerini kaybedince, ruhlarının bentleri yıkılırmış.

Ruhunun hesap vereceği kişi ölünce sorumluluk hisleri zedelenirmiş.

Daha yalnız ve daha pervasız…

Başbakan ağlarken…

“Dur” diyecek kimse yokken etrafında, tek “dur” diyeni…

“Hasta mısın?”, “Aç mısın?”, “Canın mı sıkkın?” sorularını soranı…

Benzi soluk olduğunda tek fark edeni…

Kaybettiği için ağlıyordu…

Göbek bağının gerçekten koptuğu an, annenin öldüğü anmış…

Anneler giderken, çocukluğunu da götürür oğullarının tutup elinden… Oğullar bunu bilir, hem annelerine hem de kendilerine ağlarlar o yüzden…

KÖRLER, SAĞIRLAR, REKLAMCILAR…

Uzun zamandır üretimsiz, verimsiz, ışıksız reklam dünyası.

“Celebrity” denen ünlülerin, komiklerin oynadığı reklamları çıkarın geriye bir şey kalmaz.

Ki onların başarısı da şüpheli. “Güldürmek”le, “satın aldırmak” arasındaki ilişkiyi kim kurdu?

TTNet, Şener Şen-Olgun Şimşek ikilisine Binnur Kaya’yı dahil ederek abartıya neden yükleniyor?

İnşaat dünyasının en önemli markalarından SOYAK’ın son reklamı o kadar sıradan ki, markanın yürüdüğü onca yolu en başa döndürüyor.

Bal reklamları sincap ve kaplumbağadan geçilmiyor. Ne alaka?

Burcu Güneş’in pizza reklamında işi ne? Burcu Güneş gençlerin ikonu olmuş da bizim mi haberimiz olmamış?

Opet gibi bir marka, kendisini çocuklara “öcü” gibi sunarak nereye varacak?

Diyorlar ki Ali Taran, Ayşe ile evlenince reklamda başarısız olmaya başlamış. Birisi çıkıp bana Taran’ın başarılı olduğu reklamı, “reklam harcaması/ ürün talebi” ilişkisi içinde kanıtlayıversin.

“Kristal elma”lar eş-dost kriterinden dağıtılmaya devam edip, ürüne talep kriteri görmezden gelinirse…

Reklamcı gözlemekten vazgeçip, kendi dünyasına kral olursa… Kötü işe kimse çıkıp “kötü” demezse başka türlüsü olmaz.

Sanırım 1950’lerdeki küçük gazete ilanları bile daha etkiliydi bugünkü şatafatlı reklamlardan.

CÜNEYT TANMAN DALGA MI GEÇİYOR?

Almanya’ya yenildik. Yenseydik şaşardım.

Milli Takımlardan sorumlu Cüneyt Tanman “Almanya maçını unutacağız ama neleri eksik yaptığımızı sorgulayacağız” demiş.

Ağzından çıkanı kulağı duymayan bir yönetici.

Hangi yenilgi unutarak sorgulanır, bilen var mı? Unuttuğumuz her başarısızlık sorgulanmaya kapanmış demektir.

Sorgulamak yenilgiye neden olan süreci her ayrıntısıyla masaya yatırmayı gerektirir. Aklına yazacaksın, ne unutması?

Unutmak başarıyı getirmez. Aynı hataları tekrar etmemizi sağlar, ki yaptığımız da bu!

AKLIMDA KALAN

Sevdiklerimize pişirdiğimiz yemekler: Ne kadar yoğun olursam olayım, dostlarımı, konuklarımı hazır yemekle ağırlamam. Koştur koştur, bir telaş olsa da masaya konacak yemekleri kendim yapmak isterim. Tabaklar boşalıp, tencerelerin dibi görününce de “o kadar yorul, sonra da hepsi bitsin” diyerek söylenirim. Deli miyim neyim, gazete aralarında gelen bir yığın “sipariş yemek” insert’ü varken ne diye uğraşıyorum? Sorumun yanıtını oyuncu Zuhal Topal veriyor: “Yemek pişirmenin bence en önemli noktası keyif alarak, içinizden gelerek yapmak. Karnımızın doyması ilkel benliğimizin en temel dürtüsü olabilir ama sevdiğiniz insanların karnını doyurmaksa, süper egonun bize yaptığı en süper kıyak.” Gerçekten de insanın sevdiklerine yemek yapması terapi gibi bir şey. Kafaya iyi geliyor. Bir keresinde beni yaprak sararken gören bir arkadaşım “Sakın kimseye bunları senin yaptığını söyleme” demişti. Nedenini sorduğumda da verdiği yanıta çok gülmüştüm: “Karizman çizilir.” Karizma sanki çok umurumda…