Nuran YILDIZ

YAŞLANARAK ÖLENLERİN ÜLKESİNDE DEĞİLİZ

----- 24.10.2011 - 00:01 -----

Bu ne aptalca bir miras böyle.

Yaşlanarak ölemiyoruz biz. Bu ülkede.

Ya bir TIR ters yönden gelip biçiyor bizi, sıra sıra yatıyoruz.

Ya en kahpesi ölüm gerekçelerinin, terör gelip vuruyor. Bayrak bayrak, yan yana diziliyoruz.

Ya da deprem vuruyor, yerin altından. Enkazlardan çıkarıyorlar bedenlerimizi birer birer…

Ve bu nasıl bir miras ki, hep tekrar ediyor hiç ders almıyoruz.

Toplu ölümlerin doğallaştığı, ölme yollarının doğallaşmadığı ülkede yorulduk acı çekmekten.

Artık iki, üç kişinin öldüğü durumların bile sıra dışı kabul edildiği bir ülkede yaşamak istiyorum.

KAMU BİNALARI

Deprem bölgesinde bir devletsen tedbirleri alman gerek.

Söz dinleyen, bilinçli davranan insanların devleti değilsen, tedbiri o insanlardan beklemekten vazgeçip yapılması gerekeni yapmalısın.

İlk yapacağın iş de kamu binalarının depreme dayanıklılığını sağlamaktır.

Oysa ilk onlar yıkılıyor. Van’da, Erciş’te hastane hasarlı. Öğrenci yurdu, öğretmen evi yerle bir. Devlet binaları öyle.

Onlar ayakta kalmalı ki hizmet verebilsin. Sığınak olabilsin. Panikteki insana güven verebilsin. Örnek olabilsin.

Deprem bölgesinin devleti olmak, depremden önce kamu binalarını sağlama almaktır, depremden sonra bölgeye ziyaret etmek değil.

BİR SÖZ

Yukarıdaki “Ve bu nasıl bir miras ki, hep tekrar ediyor hiç ders almıyoruz” cümlesini yazarken çok etkilendiğim bir sözü hatırladım.

Ne zaman, nerede, kimden duyduğumu bilmiyorum. Şöyleydi: Hayat en iyi ve en acımasız öğretmendir. Yaptığınız yanlışlardan ders almadığınız sürece ders vermeye devam eder. Ne zaman ki ders alırsınız, sizinle uğraşmaktan vazgeçer!

AKLIMDA KALAN

“Bilet paramızı istiyoruz!” isyanı: Sinema sektörü pazarlama sektörünün en büyük müşterisidir. Yapımcı firmalar sinema yazarlarını hoş tutarlar. Yazar izleyiciyi kendi filmlerine yönlendirsin diye. Sistem bu olunca, gideceğim filmi kendim seçerim, sinema yazarı kendini paralasa umursamam. Bu kez boş bulunup Ömür Gedik’i dikkate aldım. “Bir Gün” filmine gittik. Gedik’in “Gidin, giderken de mendillerinizi götürün, ağlayacaksınız” sözüne uydum. Bu aralar ağlayasım var, tavsiye cümlesi cazip. Ağlamaya hazır dört kişi yan yana dizildik. Ne ağlaması! Yanlışlıkla komedi filmine girdik sandık dördümüz de! Bu filme gelmek kimin fikri tartışması bile yaşadık. Benim fikrimdi, hiç ses çıkarmadım. Belki de konusu çok bildik olduğundan bizi çarpmadı. Güvendiğimiz, yanında yüksek sesle düşünebildiğimiz, sevdiğimiz, arkadaşlık ettiğimiz birini hayatımızda tutmak için en küçük bir çaba göstermeyip başka hayatlara gidişimiz. Ve o başka hayatlarda mutsuz oluşumuz. Geriye döndüğümüzde pek çok şeye geç kalışımızı anlatıyordu. Çok tanıdık, çok sıradan, çok bildik, hepimizin içinde olduğu bir saptama. Filmden sadece bir cümle kaldı aklımda: “Hayatım boyunca sana bir tek şey vermem gerekseydi o güven olurdu.” Bu cümle için de o kadar saat, o salonda oturulmazdı. Ömür Gedik’ten bu kandırılma için bilet paramızı istiyoruz, dördümüz de!