Nuran YILDIZ

ÖZEL BİR KADIN…

----- 19.12.2011 - 08:01 -----

Bu ders yılının başı. Girdiğim ilk derste, onu fark etmiştim. En ön sırada oturuyordu. Fark ettim çünkü yaşı, bir üniversite öğrencisinin yaşından hayli fazlaydı.

Hitap konusunda epey bocaladım. Adını söylesem benden büyük, adını söylemesem negatif ayrımcılıktı.

“Tuğba Hanım.” Öyle dedim.

Derslere düzenli devam ediyor. Saygıda kusur etmiyor. Tartışmalara katılıyor. Ben ona “Tuğba Hanım” diyorum, o bana “Hocam” diyor.

Zaman içinde hakkında yeni şeyler öğrendim. Öğrendiğim her yeni şeyle şaşkınlık geçirdim.

Derslerin birinde “Tuğba Hanım hakkınızda yeni bir şey daha öğrendim. Beni şaşırtmanız daha ne kadar sürecek?” dedim, gülümsedi.

Bir üniversite bitirmiş. Yine de daha önce kayıt yaptırıp devam etmediği “İletişim”i okumak içinde ukde kalmış. Aftan dönmüş.

Yalnızca “İletişim” okumuyor, Siyasal Bilgiler’de de yan dal okuyor. Tüm derslerinden notu yüksek, okul derecesi bile bekleniyor!

Oldukça ciddi bir hastalığın tedavisini görüyor!

Üstelik başka bir üniversitede profesör!

Ve… Çok önemli, çok ünlü bir siyasetçinin, bir siyasi parti yöneticisinin de eşi!

Sanki bunların hiç biri değilmiş gibi mahcup ve mütevazı bir tavrı var.

İki hafta önce derse gelmedi. Rahatsızlığını aklıma getirip öğrencilere Tuğba Hanımdan haberleri olup olmadığını sordum. İşleri yoğunmuş, gelememiş.

Geçen hafta ziyaretime geldi. “Hocam” dedi, “Beni sormuşsunuz. Yokluğumu fark etmeniz beni çok duygulandırdı.”

“Hasta değilseniz gerisi önemli değil Hocam” dedim.

“Bir sorun yok ama dersinize katılamadığım için mazeretimi belirtip özür dilemeye geldim Hocam” dedi, “Derslerinizden keyif alıyordum ama artık kendi fakültemde idari bir görevim var, dekan yardımcısı oldum, iş yoğunluğundan gelemiyorum ve üzülüyorum Hocam.”

“Bir dekan yardımcısı benden ders mi alıyor Hocam?” Durumun abzürtlüğüne ikimiz de gülümsedik.

Ayrılırken kendisini yazmama izin verip vermeyeceğini sordum, “Sizin tarafınızdan yazılmak benim için onur olur” dedi. Çok özel bir kadının hocası olmak tuhaf bir gurur veriyor, onu kapıya kadar geçirirken bunu hissettim.

Not: Umarım bu yazıdan sonra gazeteciler onun peşine düşüp, rahatsız etmez.

TURKCELL’İN KİMLİK BUNALIMI

Turkcell, Türkiye’de alanında ilk olmanın ayrıcalıklarından yararlandı. Hızla büyüdü.

Dünyanın en büyük GSM markalarından biri oldu. Rakipleri arttıkça reklamlarına ve müşteri ilişkilerine özel önem verdi.

Son günlerde ne olduysa oldu, Turkcell bir kimlik bunalımına girmiş görünüyor.

Sevdiklerimizle güzel sözcükleri paylaşma fikri güzeldi. Fikrin uygulanışı ise AKP’nin seçim reklamlarını taklit kokuyordu.
Olabilirdi. Esinlenme, rastlantı denebilirdi.

Meğer öyle değilmiş. Pazar günkü gazete reklamlarında bu kez AKP’nin seçim sloganına özenme ve de fazlasıyla esinlenme vardı: “Birlikte büyüdük, hep birlikte Türkiye’yi büyüttük.”

Turkcell’in müşteriye teşekkürüyle, AKP’nin seçmene teşekkürü birbirinin aynı.

TEŞEKKÜR EDERİM…

Yazdığım her yazıdan, her sözcükten ruh halimi tahmin edip, benimle mutlu olan, benimle mutsuz olan okurlarım var.

Anneannem için başsağlığı dileyip “Ankara'da olsaydım bir şey söylemek yerine elinizi kuvvetle sıkmak isterdim, bu mesaj kuvvetli bir tokalaşma yerine geçer umarım” diyen Kemal Bey,

Son günlerde yazılarınız olmayınca, bir yerlere gittiğinizi ve biz okurlarınızı unuttuğunuzu düşünmüştüm. Yanılmışım. Anneannenizi kaybetmenize üzüldüm” diyerek başsağlığı dileyen Selma Hanım,

Taa Amerikalardan “Anneanneniz toprağında huzur içinde uyusun, siz de bu dikenli yollarda başı dik yürümeye devam edin” diyen Kaan Bey,

Güzel ama bekar kadınlar yazısı için, kendisinin de onlardan biri olduğunu belirtip “Bazen bu hayat yalnız geçer mi? Geçmez mi? Gidip geliyorum ama henüz evet gayet güzel yalnız geçer fikrini çürütemedim... Teşekkürler, iyi ki varsınız ve iyi ki yazıyorsunuz” diyen Fatma Hanım,

Arkadaşı tarafından ilgi gösterilmediği için üzülen arkadaşım için “Niye sizi aramamış da bir başkasını aramış?” sorusunu sorarak güvenilirliğimin altını çizen, “Kırıldınızsa, bunu sizi kırana anlatmak gerekir (bence). Kendiliğinden telafi etmesi en güzelidir ama imkansızı istemek yerine:) telafi etmesi imkanını yaratmak tercih edilir. Telafi etmiyorsa, (gene bence) artık bu konuda konuşmayın” diyen Sayın Tümerkan,

Son günlerde -siz de o arkadaşınız gibi- hayli keyifsiz görünüyordunuz. Kendimce (zurnanın son deliği olarak) bir dost ilgisine ihtiyaç duyabileceğinizi düşünmüştüm. Anneanneniz gibi hep sağlam görünüyorsunuz ve dost ilgisine ihtiyaç duyabileceğiniz unutulabiliyor” diyen Cengiz Bey ve adını yazmayan ve benim atladığım sevgili okurlar…

İyi ki varsınız. Teşekkür ederim.

AKLIMDA KALAN

Yaşlı bir adamın uzun ömrünün sorgulanması: Neden bilmem, yaşlı adamlara acıma hissim yaşlı kadınlara acıma hissimden daha fazladır. Yaşlı kadınların bir şekilde kendilerine bakabileceklerini, adamların ise daha çaresiz olduklarını düşünürüm. Sokakta yürürken, bankta otururken gördüğümde aklımdan bin soru geçer. Kimi kimsesi var mı merak ederim. Susayınca su vereni, ağrıyan yerini soranı var mı? Kış günü, kırmızı ışıkta para toplayan dilenci yaşlı bir adamsa görmezden gelemem. Para vermekle kalmak da istemem, sıcak bir evde, sıcak bir kase çorba ikram edemediğim için kendimden utanırım. Sokaklarda yaşlı adamların dilendiği, sağcıların yardım lütuflarına terk edildiği bir ülkede, neden sosyal demokratlar iktidar olmayı beceremez, canım sıkılır. Geçen gün televizyonda yaşlı bir adam haberdi. 103 yaşındaymış. Soluk almakta zorluk çektiği için hastaneye yatırılmış. Pırıl pırıl bir zihin, sorulan her soruya yanıt veriyor. Orada olup, çocuğu gibi elini tutmak istiyorum. Haberi yapan muhabir burnuna sokulup soruyor: “Bu kadar uzun yaşamayı nasıl başardınız?” Bir tür “Sizin çoktan ölmeniz gerekmiyor muydu?” sorusu. O muhabire kızıyorum. Daha üç beş gün önce yüksek lisans dersinde “Ölüm herkese aynı uzaklıktadır” konusunu konuşmuştuk. O yaşlı adama ne kadar yakınsa o genç muhabire de o kadar yakın, bazen bu gerçeği unutuyoruz.