Nuran YILDIZ

TARİHİN KEŞFİ Mİ, RUH ÇAĞIRMA MI?

----- 26.12.2011 - 04:01 -----

Fransa kriziyle ilgili yorumlar körün fili tuttuğu yerden tanımlamasına benziyor.

Temel soru şu aslında: Ne oldu da “Ermeni soykırım yasası” gündeme geldi?

En rağbet gören ve bence en gayri ciddi açıklama Sarkozy’nin seçim yatırımı olması. (Genelin görüşlerine katılmama huyumdan kurtulabildiğim gün rahata da ereceğim.)

Madem pasta bu kadar tatlı, neden oylamada 577 vekilden sadece 50’si vardı peki?

En dişe dokunur açıklama ise Fransa’nın Türkiye’yi AB’de istememesi ve bunun alt yapısını hazırlaması.

İyi de, AB’yi tarihteki soykırımları dışa vurarak koruyacaklarsa en başta Almanya sorun yaratmıyor mu?

Bu iki gerekçenin de ayakları yere basmıyor.

Modernizm üzerine kafa yoranlar bugünlerin modernizmin son evresi olduğunu söyler.

Postmodernizme kafa yoranlara göre ise, bugünler modern sonrası varılan yeni bir aşamadır.

Birincilere göre bugün yaşananlar, bir neden-sonuç ilişkisi içinde değerlendirilirler. Tarih de bir neden-sonuç zinciridir. Bugün de zincirin son halkası.

İkincilere göre, bugün yaşananları bir neden-sonuç ilişkisi içinde düşünmek doğru değildir. Bugün yaşananlar “an”a ilişkindir. Olup bitenler su üzerinde yüzen bir ada gibidir.

Fransa krizi üzerine görüş belirtenlerin çoğu birinci gruba dahil. Oysa anlamak için başka türlü okumalar yapmak gerek.

Fransa için tarihsel süreç içinde bir rasyonel akıl aranabiliyorsa, aynı akıl Türkiye’de daha geçenlerde yaşadığımız olaylar için de geçerli olabilir mi?

Bir sabah “Dersim’de neler oldu?” sorusuyla uyanmadık mı? Birden bire uyanışın gerekçesi neydi?

Ya da durup dururken gündeme sokulan “İsmet Paşalı günler”in, “karneyle ekmek dağıtılmasını” hatırlatmanın anlamı nedir?

Tarih kendini yeniden keşfettiriyorsa bunu nasıl anlamak ve yorumlamak gerek?

İşte o zaman ikincilerin, postmodern zaman analistlerinin görüşü önem kazanıyor. Her şey aslında tarihe değil “an”a ilişkin! Ne tuhaf değil mi?

Yaşadığımız “an” tarihin son evresi mi, yoksa tarihten kopuk yüzen bir ada gibi bağlantısız mı? Tartışma derin ve zorlu ama bizim bilmemiz gereken şu:

Bugünün siyasetçileri, Erdoğan ya da Sarkozy, Merkel ya da Putin, “an”a dair çözümsüz olduğunu bildikleri zorlukları (işsizlik, kaos, terör, korku, kriz) geçmişin ruhunu çağırarak gizliyorlar. Başka çareleri de yok.

AHMET TOPTAŞ’IN İMZASI

Milletvekillerinin kendi çıkarlarını koruyan yasaları hızla ve oybirliğiyle çıkarması bu ülkede normal. Normal olmayan, emekli vekillerin maaş oranlarını düzenleyen yasa teklifine imza atan iki CHP’li vekilden birinin Ahmet Toptaş olması.

Disipline verileceğini öğrenince aradım, “Sen bu siyasi camia içerisinde kendi çıkarları için hareket edecek neredeyse en son kişisin” dedim, “Neden imzaladın?”

Uzun uzun anlattı. İki gerekçesi var özetle;
1. Nasılsa yasalaşacak ve sonucundan imza atmayanlar da yararlanacaksa bu ikiyüzlülüğe itiraz etmek istedim.

2. Kazandığım maaş beni elaleme muhtaç etmemeli. İş takibi yapan, ihale kovalayan milletvekili olmak istemiyorum, maaşımın geçinebilmemi sağlaması gerekli.

Toptaş’ın tepkisini anında koyma gibi kötü bir huyu vardır. Gerekçesi ne olursa olsun böyle çıkarcı bir resimde olmaması gereken biridir. Bunu da kendisine söyledim.

YENİ YILI BOŞVERİN…

Siz asıl eskiyen yılda ne yaptınız onun muhasebesini yapın.

Boş verin yeni yıldan bol para, saf aşk beklemeyi. Hepsi palavra. Aldatmaca. Parayı da, aşkı da eski yılda buldunuz mu? Bulamadıysanız, yeni yılın farkı ne olacak?

Bir farkı olsun istiyorsanız önce oturup eskiyen yılın muhasebesini yapacaksınız. Korkmadan, kendinizi aldatmadan ve de kendinizden kaçmadan.

Kaç kalp kazandınız, kaç kalp kırdınız ya da kaybettiniz? Yeni yıla o durum tespitiyle girmelisiniz.

Hayatınızda iyiye ya da kötüye göre ne değişti?

Mutlu olduğunuz anların toplamasını yapın. Mutsuz olduğunuz anları o toplamdan çıkarın. Kârda mı, zararda mısınız ona bakın.

Zarardaysanız, kendi cezanızı kendiniz verin, başkasına o keyfi yaşatmayın.

Kârdaysanız, sizi kâra geçirenleri bulup yanaklarına öpücük kondurun.

Yeni yıl hayalleriyle uyutulmak ve avutulmak yerine, şurada birkaç gün kalmışken hadi eskiyen yılın muhasebesine oturun.

Akıllı olun. Plan yapmanın ilk aşaması durum değerlendirmesi yapmaktır, bu basit bilgiyi unutmayın.

AKLIMDA KALAN

Müzikli bir hafta sonu: Hafta sonu Ankara’da kar vardı. Burnumu evden çıkarmadım. Zaten iyileşmiş de sayılmam. Sevgili Muko’nun dayatmasıyla içim dışım ballı zencefil çayı oldu. Kulak Burun Boğaz profesörü bir okurum elinde steteskop ve ilaçlarla “Bilirim siz doktora gitmeyi sevmezsiniz, doktor size geldi” diyerek kapıdan girdi. Bir okur tarafından şımartılan yazar oldum şimdi. Neden doktorlar beni okuyor bir türlü çözebilmiş değilim. Zencefil ve ilaç faslından sonra gözlerimi kapayıp müzik dinledim. Yok öyle Mozart, Beethoven diyerek hava atmayacağım. Burada Omara Portuando’dan söz edince, onu keşfetmelerini sağladığım için teşekkür eden okurlar şaşıracaklar dinlediğim müziklere. Ne yapayım kafam da, zevklerim de karmakarışık, ülkem gibi. Dışarıda kar, içerde Filiz Akın ve Cüneyt Arkın’ın “Oyun Bitti” filminin müzikleri. O filmin, sevdiğim tüm Filiz Akın filmleri arasındaki yeri ayrıdır. “Yıllardır aramızdaki sevgimiz hep yalan mıydı/ Kapat kapat perdeleri, bu komedi oyun bitti” şarkısıyla başlayıp birbirinden güzel şarkılarla devam eden filmin müzikleri. Sonra ilk kez dinleyeceklerin yine teşekkür edeceği opera sanatçısı Selva Erdener’in sesine bıraktım kendimi: “Çağırıram gel haralarda galmışan/ Meni incitme yalvarıram yar/ Meni atma terk etme. / Atacağdın meni sevdin söyle bes niçin/ Doldur eşgi şerbet kimi ver içim/ Yollarına baha baha daldı gözlerim/ Sene çatsın üreğimdeki sözlerim/ Söyle söyle sene bele n’oldu yar…” Dinleyin, Selva Erdener de bir Ankaralı. Göreceksiniz ki kalite kaçınılmaz…