Nuran YILDIZ

2011’DEN NELER ÖĞRENDİM?

----- 30.12.2011 - 01:01 -----

2011 yılının son yüksek lisans dersi bitti. 10 yüksek lisans öğrencisi (yaş ortalamaları neredeyse 40!) getirdikleri paketleri açtılar. Az önce etrafında ağır meseleleri tartıştığımız masa, yılbaşı kutlama masasına dönüşüverdi.

Yüksek lisans grubundan “haydi eller havaya” ruhu çıkmaz. Biten yılın bize öğrettiklerini konuşuyoruz.

“Hayatla, stresle baş edebilmek için ilaç desteği almayı öğrendim” dedi biri, insanın iradesini kendi dışında bir şeye teslim etmesini hiç anlayabilmiş değilim.

Bir başkası “Bir şeyi çok istememek gerektiğini öğrendim” dedi, “elde edince sandığın kadar mutlu olamıyormuşsun.”

Her konuda yardımcım olan ve kutlamamıza katılan Deniz “Ne kadar güçlü bir yapınız olduğunu öğrendim” dedi. Ağır yük.

Ve tüm başlar bana döndü, biten yıldan ben ne öğrenmiştim?

“Bizim ve sevdiklerimizin sağlığının en önemli şey olduğunu biliyordum, bu bilgiyi yeniden tazeledim” dedim.

“Vazgeçmeyi öğrendim, hayatta her şeyden vazgeçilebileceğini öğrendim.”

“Hayata teslim olmayı öğrendim” dedim, “Direnmenin, ısrar etmenin anlamsızlığını… Olmuyorsa olmuyor.”

“Ders almayı öğrendim” dedim, “Hayat biz ders almamaya devam ettikçe ders vermeye devam ediyor ya…”

“Yenilmeyi öğrendim, yenilince dünyanın sonu gelmiyormuş…”

“Değer denen şeyin bizim taşıdığımız değil, başkalarının bizde bulduğu şey olduğunu öğrendim…” dedim.

“2011’de sizin hocanız ama hayatın iyi bir öğrencisi oldum sanırım…” dedim.

BİR YIL DAHA…

Geçen yıl bu zamanlar. Yılın son haftası. Yine hastayım. Demek ki her yılın son haftası hastalanıyorum.

Geçen yıl bu kadar ağır geçmiyor hastalığım. Günlerim de bu kadar yoğun değil. Televizyon karşısında battaniye altına girme fırsatı buluyordum.

Bu yıl. Ailem telaşlandı. Arkadaşlarım kötü kötü espriler yaptılar. “Bunca işimin arasında bana cenaze töreni konuşması yazdırma” dedi biri. “Zaten az sayıda muhabirim var, bana iş çıkarma ölüp de” diye dalga geçti diğeri.

Filiz, yakın arkadaşım, 13 aylık bebeğini bırakıp “Gelip bakayım” diyor. Hastalığımın tanıkları hayatımı kolaylaştırmak için koşturuyorlar. Çalışanlarla, eczane görevlileri eczane-bulunduğum yer arasında zincir kurdular. Odam hastane gibi kokmaya başladı.

Doktor arkadaşlarım tepemde. Onları görmekten sıkıldım, yüzlerine söyledim. Bir milim iyileşme yoktu, bugün iyiyim.

Geçen yılki durum başkaydı. Yazmıştım o günlerde.

Yeni yılın iki gün öncesiydi. Telefonum çalmıştı. İstanbul’dan çok sevdiğim bir arkadaşım “Hazırlan bu yılbaşını Paris’te geçiriyoruz” demişti. Ben ki hayatımda plansız adım atmam, “hastayım ve bu kadar kısa sürede hazırlanamam” demiştim.

“Sabah ararım, kendini iyi hissedersen çantana birkaç giysi koyman yeter” demişti arkadaşım. Direnmiştim:“Saçmalama otel, uçak biletleri son dakikada bulunmaz ki?”

“Ben hepsini hazırladım, sen yeter ki olur de, İstanbul’da buluşuruz.”

Böyle bir davete daha fazla kim direnebilirdi? 2011’e Eyfel’i yakından gören bir restoranda girmiştim.

Bu yıl, nerede olacağım… Belki onu da ilerde yazarım.

İKİ ÖZEL TEŞEKKÜR

Yıl bitmeden bu iki teşekkürü etmem lazım.

Öncelikle “Key” ailesine sonsuz sevgiler ve teşekkürler. Habertürk’ten Sevgili Elif Key’in muhteşem annesi İlke Key, yıllardır gazetede, web’de, yazdığım her yerde aksatmadan beni okuyor. Beni yazılarımdan da olsa tanımaktan gurur duyduğunu, her üzüntümü paylaşıp, her yazımı kutlamak istediğini söylediği için, onun gibi değerli ve vefalı bir okurum olduğu için asıl ben gurur duyuyorum.

Anne İlke Key, kızları Elif ve Ebru Key, inanılmaz tatlısınız. Yanaklarınızdan öpüyorum. Yeni yılda, İstanbul’da Key’giller ve ben buluşalım, olur mu?

Ve Sevgili Seyfi Ö. Her yazımın hangi saatte yayına girdiğini, saniyesine göre takip eden, aksamaları hesaplayıp bir terslik mi var endişesi duyan, yazılarımda sevdiğimi yazdığım adamların listesini yapan, bu arada Hakan Gündüz’ü kafaya takan Seyfi Bey size de ilginiz için teşekkür ederim.

Biliyorum başka okurlarım bu iki özel teşekküre gönül koyacaklar, onlar da başka zaman.

Mutlu yıllar hepinize!

AKLIMDA KALAN

Haziran 2011: Aylardan en çok mayısı severim ben. Çiçeklerin özellikle de güllerin en güzel zamanı olduğu için belki. Belki de hemen sonrasında yazın geleceğini bildiğimden. Luna parka gitme isteğim uyanır, çocuklaşırım mayısta. Ağaçlar arasından akan bir derenin içinden yürümek isterim. Benim için tüm aylar mayısta başlar mayısta biter. Hep mayısı hatırlarım. Ama 2011’in Haziran’ı… Hayatımın sonuna kadar hiç unutmayacağım. Haziran başında hayatımın en kötü günlerini, ikinci yarısında hayatımın en keyifli günlerini yaşadım. Başka yıllar, başka aylar yokmuş gibi… “Hayat çok üzüldüğünü görünce çok sevindirmeyi de biliyor” cümlesi Haziran’da geçti aklımdan. Kötü anılarla güzel anılar birbirini itip duracak zihnimde. Haziran bana kendisini hiç unutturmayacak…